Murat Yakın
Geçtiğimiz ay Almanya’da darbe yoluyla iktidarı devirmeyi planlayan faşist bir gruba düzenlenen operasyon ülkede geniş yankı buldu. Operasyon öyle geniş çaplıydı ki, Özel polis kuvvetlerinden yaklaşık 3,000 memur, aynı anda 11 federal eyalette 137 noktaya baskın düzenleyerek 25 kişiyi tutukladı ve halen yüzlerce kişinin sorgusu devam ediyor.
Gözaltına alınanlar arasında Alman feodalizminin artığı ve 1918 “Kasım Devrimine” kadar modern doğu Thüringen eyaletinin bazı kısımlarını yöneten Reuss hanesi olarak bilinen eski bir soylu ailenin lideri, doktoralı bir avukat, bir doktor, bir pilot, bir tenor, Berlinli bir yargıç ve aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) eski Milletvekili Birgit Malsack-Winkemann ile aralarında eski Özel Kuvvetler (KSK) Albayı Maximilian E.’nin de bulunduğu bir dizi elit subay da var. Arama yapılan yerler arasında, bir önceki aşırı sağcı girişimin yani “Hannibal ağının” merkezi olan Baden-Württemberg eyaletinin Calw kentindeki KSK – Özel Kuvvetler- kışlası da bulunuyor. Bu kışla önceki girişimin de merkez üssüydü.
Federal başsavcılığın paylaştığı bilgilere göre, şüpheliler elektrik kesintilerine yol açacak saldırılarla iç savaşı andıran koşulların oluşmasını sağlamayı, Alman hükümetini devirerek de siyasi yönetimi devralmayı planladı. Hatta yönetimin devralınması halinde, kimlerin hangi bakanlıkları üstleneceğinin de belirlendiği, bir isim listesi olduğu belirtiliyor. Başsavcılığa göre şüpheliler demokratik kurumları reddediyor
Yine de bu işte bir tuhaflık dikkati çekiyor; Almanya gibi bir ülkede iki yıl içinde ikinci kez bir darbe girişimi söz konusu oluyor ve operasyonun çapı ile soruşturmada iddia edilenler göz önünde bulundurulursa, tutuklananların sayısının azlığı hayret uyandırıcı. Sanki bir el aşırı sağcıları kolluyor…
Bütün bunlar, Almanya’da pandeminin derinleştirdiği bir ekonomik gerilemeyle belirlenen, sınıf mücadelesinin özel bir aşamasında yaşanıyor. Ekonomik gerileme, Alman halkı arasında sosyal çatışma kaygısını daha önce yaşanmamış düzeyde yükseltmiş durumda. RTL’in geçen ay gerçekleştirdiği anketin sonuçlarına kulak verecek olursak, Almanların yüzde 51’i Ukrayna’daki savaşın 3. Dünya Savaşı’na dönüşmesinden, yüzde 38’i kışın tüketiciler ve girişimciler için yeterli gaz olmayacağından büyük kaygı duyuyor. Yine katılımcıların yüzde 51’i ısınma maliyetlerinden, yüzde 47’si kendi mali durumlarından, yüzde 46’sı pahalı gıdalardan endişe ediyor.
Almanya’da eylülde yüzde 10 olan yıllık enflasyon, enerji ve gıda fiyatlarındaki son yükselişle ekimde yüzde 10,4’e çıkarak 1951’den bu yana görülen en yüksek seviyeye ulaştı. Hükümetin, ekonomide bu yıl yüzde 1,4 büyüme, gelecek yıl ise yüzde 0,4 küçülme beklemekte olduğunu ekleyelim.
İkinci noktaya gelince, Almanya son yüzyılda üçüncü kez yeniden silahlanma yoluna girmekte. Her ne kadar bu yeni hamle “Ukrayna Savaşı” ile meşrulaştırılmaya çalışılsa da Alman egemen sınıfları içinde ihracata ve ABD emperyalizmiyle uyumlu bir yönelime dayalı eski modelin yerini alabilecek yeni bir sermaye birikim modeli ve emperyalist rol arayışının her geçen gün daha yüksek sesle dillendirilmekte oluşuyla da yakından ilişkili.
Almanya’nın yeniden silahlanması, dünyanın önde gelen emperyalist güçlerinden birinin askeri makinasının yeniden yağlanarak güçlendirilmesi demek. Bu durumu Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’in Federal Meclis’teki sözlerinden daha açıklayıcı bir şey yok; Almanya kendisini “dünya siyasetinin kenarından yorum yapmakla” sınırlayamayacak kadar “büyük ve önemli”…
Bu yıkıcı süreçte Alman işçi sınıfının payına işsizlik, daha da ağırlaşan çalışma koşulları düşük ücretler, sefalet ve ırkçılık düşüyor. Alman egemen sınıfları, karlarını ve düzeni korumak için güvenlik yatırımlarını arttırıyor. İşçi sınıfının ve ezilenlerin örgütlenmesini ve birleşmesini engellemeye çalışıyor. Baskıcı bonapartist eğilimler güçleniyor.
Öte yandan, “Avrupa Demokrasisinin beşiği Almanya” martavallarını bir kenara bırakacak olursak, bugün Almanya’da İmparatorluk Vatandaşları, PEGİDA, NPD, DVU, REP, Anti-Antifa, Freie Kameradschaften ve benzeri onlarca parti, örgüt, yerel inisiyatif ve ”sivil toplum kuruluşu” sıfatıyla açık örgütlülüklerini engelsizce sürdürüyorlar. Bir o kadar da illegal faşist oluşumu hesaba katın. Alman egemen sınıfları, Faşizmi suç değil bir ”düşünce” olarak kavrıyorlar. Öte yandan, Alman Devrimci hareketlerinin ve Sol partilerin, “Anayasal düzenin düşmanı” ibaresi ile ağır bir takibat altına alınmakta olduğunu da ekleyelim. Öyle ki, Alman devleti on yıllardır kapitalizme eleştirel yaklaşanlara ve özellikle komünistlere fiilen memuriyet yasağı uygulamakta.
Alman Kapitalizminin bugününe dikkatli bir bakış, rahatsızlık uyandırıcı bir soruyu beraberinde getiriyor; Neden en zengin kapitalistlerin çoğu, savaş suçu işlemiş Nazi yanlısı sanayicilerin çocukları ya da torunları? Almanya’nın en zenginleri listesinin başında, Nazi döneminin namlı sanayicilerinden Friedrich Flick’in ikiz torunları da var. Bu doğuştan milyarder çocuklar, gerçekten de herkesten daha mı çok çalışarak kazandılar bu parayı?
Sadece iki nesil önce, dünya çapında 20 milyondan fazla insan Alman sanayisine zenginlik katmak üzere Üçüncü Reich rejimi tarafından köleleştirilmişti. Almanya’da dev sanayi kuruluşları arasında bu bataklık rejiminden bir dönem nemalanmamışına rastlamak neredeyse imkânsız.
Finans kapital, insan uygarlığına yalnızca ekonomik ve sosyal kriz vaat ediyor. Dünyanın dört bir yanında cesetler üzerinde yükseliyor. Demokratik yapılar her yerde çöküyor ve baskı rejimleri emekçi yığınların karşısına çıkartılıyor. Faşist güçler egemen sınıflar tarafından arsızca destekleniyor.
Faşizm, yapısal kriz halindeki burjuva düzenin bir dışavurumudur. Ve unutulmamalı ki onunla, mevcut düzenin ufkuyla sınırlı araçlarla savaşılamaz. Bu nedenle faşizmle tartışmaya değil, onu bir insanlık düşmanı akım olarak yok etmeye odaklı bir mücadele bir zorunluluk. Faşizm tüm topluma teşhir edilmeli ve işçi sınıfının eylem birliği ile kararlı bir biçimde toplumdan izole edilmelidir. Faşizm yok edilmesi gereken habis bir urdur.