HAKKI YÜKSELEN
Akşener, “6’lı Masa’nın diğer 5 bileşenine yönelik son derece ağır sözler ve siyaseten saldırgan bir tavırla Millet İttifakı’ndan ayrıldı. Patlak veren sorunun “seçilebilir aday” konusuyla ilgili olmadığı açık. Bunlar, biz “ölümlülere” has duygularla hareket etmeyen, “hesaplı kitaplı” insanlar! Çok daha “derin” nedenleri olmadan ve bunların sonuçlarını hesaplamadan böyle riskli işlere girişmezler.
Evet, ortada bir yönüyle, Kılıçdaroğlu’nun “seçilebilirliğiyle” ilgisi olmayan, ancak, büyük ihtimalle onun etnik-dini ve siyasi kimliğiyle ilgili bir durum var. Burada sözü edilen, halkın Türk, Sünni ve sağcı çoğunluğunun Kılıçdaroğlu’na gösterebileceği düşünülen bir siyasi tepki değil. Çünkü Kılıçdaroğlu, en azından son bir yıldır, cumhurbaşkanı adayı olma hedefini de açıkça ortaya koyarak toplumun bütün kesimleriyle ilişkiler kurmayı başardı. Ayrıca bunu yaparken, bu kesimlerle yakın ilişkileri olan sağcı ortaklarının da desteğini büyük ölçüde aldı. Anketler de bunu gösteriyor. Bu konudaki en büyük zorluk İYİ Parti’nin MHP’den gelen faşist kadrolarının gösterdiği tepkiydi. Ancak sorunun bunun ötesinde olduğunu söylememiz gerekiyor. Bizce sorun bir yönüyle, Akşener’in “devletlû” kişiliği ve siyasi rolü üzerinden, Kılıçdaroğlu’nun, “Alevi-Kürt-solcu” kimliğine yönelik bir “devlet tepkisinden” kaynaklanıyor. Bilindiği üzere Türk Devleti, ihtiyaçları doğrultusunda, bu kimliğin her bir parçasına, biat etmeleri, kendilerini açıkça ifade etmemeleri ve fiili asimilasyonu kabullenmeleri şartıyla tek tek “anlayış” gösterebilse de bu kimliklerin bir bütün halinde “içine sızma” ve daha da ötesi “hükümet olma” ihtimaline karşı son derece hassastır. Çünkü bu “tehlikeli karışım” (Buna Hıristiyan nüfus da dahildir.) devlet tarafından başlıca “güvenlik” sorunlarından biri olarak görülür.
Bu “yüksek” ilkeler “sivil siyasete” çeşitli kanallar vasıtasıyla yansıtılır. “Yüksek” siyaset ile “alçak” siyaset arasındaki bağlantı, “devletin çelik çekirdeği” olarak tabir edilen kesimle bazı “siyasetçiler” arasındaki ilişki ve iletişimle sağlanır. Türkiye siyasetinde, çok kritik durumlarda devreye girip “beklenmeyen” işler yapan belirli siyasetçiler vardır. (Baykal, Bahçeli…) Akşener de bilinen-bilinmeyen siyasi geçmişi, ideolojisi, çeşitli eylem ve söylemleriyle bunlardan biridir!
Ancak bütün bu ilişkiler, karakteri hâkim üretim ilişkileri tarafından belirlenen toplumsal bir temel üzerinde yükselir ve bu nedenle sonuçta belirli ekonomik-sınıfsal çıkarlara hizmet eder. Bu bağlamda Kılıçdaroğlu’na ve temsil ettiği ittifaka karşı yürütüldüğünü düşündüğümüz “operasyonun” büyük bir ihtimalle Türkiye büyük burjuvazisinin bazı fraksiyonlarıyla ilişkili olduğu söylenebilir. Rejim çevresinde kümelenmiş, çok büyük kamu kaynaklarıyla beslenen ve “Beşli Çete” olarak adlandırılan belirli bir sermaye fraksiyonunun, iktidara gelmesi halinde kendilerinden mutlaka hesap soracağını sıklıkla ifade eden bir solcu bir cumhurbaşkanı adayını devre dışı bırakmaya çalışması anlaşılır bir durumdur. Böyle bir amaç, özellikle de varlıklarını borçlu oldukları iktidarın kaybetme ihtimalinin büyüdüğü bir dönemde, bu tür sermaye gruplarının muhalefetten birtakım güçlerle ilişki kurmasını gerekli kılar. İYİ Parti sınıfsal konumu, temel görüşleri ve büyüklüğü itibariyle bu tür bir ilişki açısından uygun bir siyasi yapıdır,
Sorunun bir başka yönünü de Akşener’in, doğrudan kendisinin ve partisinin çıkarları doğrultusunda giriştiği siyasi işlerdir. Akşener, uzun süredir, CHP’nin sağ kanadında yer alan İstanbul ve Ankara Büyükşehir belediye başkanları üzerinden güç kazanmaya çalışmaktadır. İYİ Parti Genel başkanı, bütün merkez sağı çevresinde toparlama amacına da uygun biçimde, istediği gibi kullanabileceği sağ eğilimli bir kişiyi cumhurbaşkanı seçtirmenin peşindedir. Gelinen noktada iş, en büyük muhalefet ittifakının bilinçli bir biçimde zayıflatılmasının da ötesinde, adı geçen belediye başkanları üzerinden CHP içinde bölünme yaratma girişimlerine kadar varmıştır. Ancak Akşener, devlet ve sermaye adına hangi görevleri üstlenmiş olursa olsun, çürümüş bir rejimin yeniden güç kazanmasını sağlayabilecek bu eylemiyle kendi siyasi varlığını da tehlikeye düşürmüştür. Akşener’in kendi başına ulaşabileceği gerçek bir başarı yoktur. Bu haliyle “başbakan” falan olamayacaktır. Cumhur İttifakı’na katılması ise herkesin gözünde tam bir “rezilliğe” dönüşecektir.
İktidar cephesinde büyük bir sevince neden olan bu durumun, en azından potansiyel olarak hayırlı bir yönü olduğu da söylenebilir. Akşener’in burjuva muhalefet içindeki şoven milliyetçi “bekçi” rolünün sona ermesi ve Kılıçdaroğlu’nun adaylığı, bu konuda çok sorunlu yanları olsa da CHP’nin Kürt siyasi hareketi ve çeşitli sosyalist partilerle doğrudan veya dolaylı ilişkiler kurmasını ve en azından seçimlerde iş birliğine gitmesini kolaylaştırıcı bir faktör olacaktır.