KARŞI KARŞIYA OLDUĞUMUZ TEHLİKELİ GERÇEKLİK

KARŞI KARŞIYA OLDUĞUMUZ TEHLİKELİ GERÇEKLİK

Hakkı Yükselen

Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turu yapıldı. RTE yine kazandı. Bunca rezillik ve çürümeye rağmen neden ve nasıl kazandı sorularının cevabı rejime karşı verilecek mücadele açısından elbette çok önemli. Bu konulara uzun uzun girmek gerekiyor, ancak öncelikle işaret edilmesi gereken birkaç husus var.

Birincisi genel anlamıyla “seçimler” sorunu. Pek çok kişi haklı olarak seçim sürecindeki adaletsizlikten, ahlâk dışılıktan, devlet imkânlarının açıkça iktidar yararına kullanılmasından, hatta muhalefetin doğrudan devletle karşı karşıya kaldığından, sandık başındaki hile ve usulsüzlüklerden yakınıyor. Ancak bizce sorun bunların epeyce ötesinde. 

Her şeyden önce, “serbest seçimler” konusunda geçen yılların “nicel birikimi” artık bir “nitel sıçrama” noktasına ulaştı! Anlaşıldığı kadarıyla Neo- Bonapartist Saray rejimi, “seçimleri” başlıca meşruiyet kaynaklarından biri olarak görmekle birlikte (Kendince dünyevi ve ilahi başka kaynakları da var elbette!), “millet iradesinin” tecellisini bundan böyle bazı “aksi tesadüflere” bırakmama niyetinde. Rejim, bu konuda sahip olduğu zengin birikimi nihai sonuçlarına ulaştırma azim ve kararlılığı içinde olduğunu göstermiştir. Umulmadık birtakım aksilikler çıkmaması halinde bundan sonraki seçimlerin,  belki yine “serbest ve demokratik” bir dış kabuk altında, ancak esas olarak devlet eliyle gerçekleştirilen   “düzenlemeler” şeklini alacağı anlaşılmaktadır.  Kısacası RTE, yeni iktidar döneminde, sonuçları garantili, en azından kaybetmeyeceği bir seçim “düzeni”  peşindedir.

Bir diğer husus şudur: RTE, bundan böyle herhangi bir “kâbus” yaşamamak için, önce kendisine ve ardından da temsil ettiği rejime her şeye rağmen başarı ve süreklilik kazandıran yol ve yöntemleri zenginleştirip güçlendirerek sürdürmek isteyecektir. Bunların rejim açısından vazgeçilemez işler olduğu seçimler döneminde bir kez daha kanıtlanmıştır. Ancak burada sözü edilen, geçmişin aynıyla tekrarı değildir. Bu nedenle muhalefetin, hâlâ muhalefet olarak kalacaksa,  “Bir biçimde idare ederiz!” tesellisinden uzak durması gerekmektedir. Çünkü hem dahili ve harici koşullar hem de rejimin tehlikeli iç dinamikleri bir önceki dönemin yönetim tarzının aynıyla sürdürülmesini mümkün kılmamaktadır.  Bu rejimin “kendisinden daha beter bir şeye dönüşme” kapasitesi gözden uzak tutulmamalıdır. “Reis”  seçim sürecinde kullandığı dil ve son olarak da yaptığı “balkon konuşmasıyla” istikbalimize ilişkin işaretlerini vermiştir.

Değineceğim bir diğer husus ise, “yasadışılık” sorunudur. Bırakın hukuku, anayasayı, hatta baskı yasalarını, seçim süreci, yürürlükteki yasaların bile geçerli olmadığı bir döneme girildiğini açıkça göstermiştir.  Rejimin gerçek ve güçlü bir dirençle karşılaşmadığı sürece fiili olarak aşamayacağı hiçbir yasal engel yoktur. Ülke, iktidar için gerekli hallerde artık “fiili durumlarla” yönetilmektedir. Muhalefet de birkaç sözlü itirazın dışında bu durumu kabullenmiştir. Bu “yasadışılık” hali aynı zamanda topluma yönelik açık bir şiddet tehdidinin de ifadesidir. Bu tehdit, herhangi bir eylemli direnişle karşılaştığı anda muhtemelen bazı paramiliter unsurların da dahil olacağı açık bir şiddete dönüşecektir.  Rejim şiddetinin son yıllarda beklenenden daha alt seviyede kalmasının nedeni Gezi’den bu yana büyük çaplı toplumsal hareketlerin yaşanmamış olmasıdır. Yoksa rejim, diğer “iç savaş rejimlerine” benzer biçimde, nüfusun bir bölümünü çoktandır “millet dışı” ilan etmiş bulunmaktadır.

Bütün bunların mücadele yoluyla engellenmesi elbette mümkündür;  ancak önce değiştireceğimiz son derece tehlikeli gerçekliğin ne olduğunu bilmekte yarar vardır.

Yazar Hakkında