Can Gürola
Son 10-15 senedir Türkiye solunda Troçkistlerin etkinliğinin giderek artması ve bunun bilhassa işçi havzalarında, sınıf odaklı çalışmalarda hissedilmeye başlanması SSCB çözüldüğünde gerçekleşmeyen bir yüzleşmeyi, Türkiye solunun kalanı için zorunlu kıldı: Troçki nereye konulacak?
Bu soru önemli çünkü, Gorbaçov döneminde iade-i itibar yapılmayan tek Bolşevik O’ydu, bir tek onun eserleri bugün hala okunuyor ve tartışılıyor, rehabilite edilen diğerlerine göre, hala canlı şekilde işleyen bir miras var ortada. Ama bu miras hep göz ardı edildi, Türkiye solunun büyük bölümünce. Nihayetinde bir ara formül buldular bu sorunu çözmek adına. Troçki de bir devrimciydi, hataları vardı ama devrimciydi. Hataları vardı diyorlardı çünkü demeselerdi o zaman baştan sona yeni bir Sovyetler Birliği tarihi yazmak zorunda kalacaklardı kendileri için, devrimci diyorlardı çünkü demeselerdi 1936 Moskova Mahkemeleri’nin vahşet ve adaletsizlik dolu mirasına sahip çıkmak zorunda kalacaklardı ve Kızıl Ordu’nun kurucusunu, Ekim Devrimi’ni yapan Lenin’den sonraki en önemli kişiyi, tek bir delil bile olmadan, yabancı ajanlıkla suçlama yükümlülüğünü taşıyacaklardı.
Bu formüle, Ekim Devrimi anmalarından (1) başlayarak TİP, TKP ve Türkiye solunun pek çok ekibi uyum göstermeye başladı. Hala arada taş devri yalanlarını sürdürmek isteyen çabalar olmuyor da değil. Örneğin tek bir kanıtı bile olmadan Troçki’yi Japon ve Nazi ajanlığıyla suçlayan Grover Furr’un deli saçması kitaplarını basan TKP’nin yayınevi Yazılama gibi. (2) Yani arada kaçak dövüşmeye devam ediyorlar. Biz bu taktiklere alışığız, çünkü Sovyetler Birliği’ndeki bürokratik karşı devrim ve onun dünya devrimine ihaneti konusunda açıkça bir tartışmadan her zaman kaçan taraf Stalinistler oldu.
Bu yarım iade-i itibar, bizim cenahla yan yana gelebilme imkanını onlar için doğurmakla kalmadı (ki bundan şikayetçi değiliz, esas düşmana, burjuvaziye karşı her zaman birlikte hareket etmek için tüm imkanlar zorlanmalıdır belirli prensipler içerisinde) başka bir şeyi de dayatmayı beraberinde getirdi ve bu hala deneniyor: Troçki’yi politik olarak öldürmek. Bunu, karşı devrimci suçlamasıyla yapamıyorlar artık, o zaman başka türlü deneyecekler, bir sözde uzlaşı, yani bizim fikren teslimiyetimizle. Eğer biz Sovyetler Birliği’nde gerçekleşmiş bürokratik karşı devrimi bir çeşit tarihte kalmış mesele olarak görürsek ve peşinden gitmezsek, herkes mutlu mesut, Türkiye solunda sürmekte olan sorunları görmezden gelebilir. (Hatta bu formüle uyum sağlayıp kendine Troçkist demekten vazgeçenler de oldu, Lenin yeterliymiş onlara göre!) Ama tek bir taviz vereceğiz, o da Troçki’nin politik muhtevasından soyutlanarak fikirlerinin tasfiyesi ve unutulması. Çünkü biz Troçkistiz derken ve Stalinizmi tartışır ve yargılarken, aslında onun dünya solunda bıraktığı mirası tartışıyoruz. Bu onların kabul edemeyeceği bir şey, çünkü hala o mirası uyguluyorlar partilerinde. Nedir bu miras?
TARİKATTAKİ MÜRİT
En başta, devrimci marksist işçi sınıfı partilerinin içindeki işçi demokrasisinin yok edilmesi. İşçi demokrasisi tanım olarak şudur; İşçi sınıfının bünyesinde yer alan veya onun adına savaşmak isteyenlerin kendi örgütlerinde açık hizip ve tartışma imkânı bulmasıdır ve bu imkânın ona sunulmasıdır. Bu, paraya, itibara, tanıdıklara veya dahil olduğun kliğe göre sana avantaj veya dezavantaj sağlamadan uygulanmalıdır. Bu, Lenin’in Bolşevik partisinde vardı. Lenin illegal bir parti olan ve sürekli Çarlık gizli polisi Ohrana tarafından soruşturmaya ve kovuşturmaya uğrayan RSDİP (B)’de bu kuralı aynen uyguladı. Kendisi sık sık kongrelerde hesap verdi yoldaşlarına, defalarca acımasız eleştirilere uğradı, kendisi de eleştirirken yoldaşlarını. (3) Sık sık da verdiği karar taslakları reddedildi, hem de Ekim Devrimi’nde bile! Bu ne devrimci disiplinle çelişti ne de illegal mücadelenin getirdiği zorluklar bahane edildi.
Peki, Türkiye solunda bugün olup biten nedir? Eğer bir yoldaş, partinin o anki politikasıyla, yöntemiyle, söylemiyle, sloganıyla ilgili bir karşı görüş bildirmek isterse bunu tek başına bir rapor yazarak yapabilir. Tek başına yazmak zorundadır yoksa bu karşı çıkış bir anda partiyi bölebilir, bu yoldaşın, parti faaliyetindeki süresi, teorik bilgisi önemli değildir, önemli olan onun var olan parti rejimini bozmamasıdır. Çünkü parti önderliği hata yapsa bile sonradan toparlar, daha iyi teorik bilgisi ve deneyimi olduğu için. (Bunun asla böyle olmadığını, kimsenin özeleştiri bile vermediğini biliyoruz kongrelerinde.) Yani herkes tarikattaki Gavs hazretlerinin bilgeliğine güvenecek. Demokratik Merkeziyetçilik gibi, Leninizmin temel dayanaklarından biri değil konu. Böylece Lenin’in illegal şartlar altında bile işçi demokrasisiyle işlemiş olan örgütünün mirasına sahip çıktığını iddia edenler onun pratikte uyguladığı şeyi silip atar. Peki ne yüzünden? Sovyetler Birliği’ndeki hiziplerin yasaklanma kararı yüzünden, 1920’lerde süreklileşmiş ve karşı devrimin gelişimine hizmet etmiş. Geçici (ve belki de en baştan yanlış olan) bir önlemi, bir kararı süreklileştirmek kısacası. Kendi yoldaşlarına bir yoldaş olarak değil, kendi dediklerini yapması gereken bir mürit olarak yaklaşan ve onlarla açıkça tartışmaktan, onlara kongrede hesap vermekten çekinen bir önderlik. Türkiye solu işte bu önderlikler tarafından yönetiliyor bugün çoğunlukla. Stalinizmin dünya komünist partilerine bir parti rejimi olarak bıraktığı ve oradan da maoist, çayanist fark etmeden hepsinde uygulanan yöntem bu. İşte Troçki’nin dünya solunu yüzleşmeye çağırdığı karşı devrimci mirasın en kritik parçalarından biri bu.
SEMİH CUMHURİYETİNDE DEVRİM
Umut Sarıkaya’nın en sevdiğim çalışmalarından biridir Semih Cumhuriyeti. Burjuva devlet aygıtı ve onun normlarının, mahalleli bir halk tarafından uygulanmaya çalışılsa nasıl bir ölçek sorunu ortaya çıkacağını ortaya koyar. Türkiye solunun dünyaya dair perspektifi tam buna benziyor. Sadece kendi ülkesiyle sınırlı kaldığı için sürekli olayları anlamakta geciken (Venezuela’daki Maduro rejimini kavramakta gecikmeleri) ama mangalda kül bırakmayan bir enternasyonalizm. Ortadoğu söz konusu olunca Kürt mücadelesine destek dolayımıyla zevahiri kurtarmak sadece. Arada bir dünyadan makale çevirileriyle ve örgütleri selamlamakla mesai doldurma. Şimdi de mesela Küba’daki kapitalist restorasyonu kavramakta gecikiyorlar, daha doğrusu gecikmiyorlar da yalan söylemeyi daha uygun buluyorlar diyelim.
1. Enternasyonal kurulduğunda pek çok sendika ve örgütten temsilci, işçi sınıfının kurtuluşunun ancak kıtasal ve hatta küresel ölçekte olacağından emindi. Çünkü karşı devrimci güçler, örneğin Rusya, devrimci mücadeleye karşı Avrupa’da aristokrasi ve burjuvazinin jandarmalığını yapıyordu, garantörüydü Viyana 1815’teki gerici uzlaşının. Bir yerde eğer işçi sınıfı ayağa kalkarsa onun başını ezmek için tüm müesses nizam güçlerinin harekete geçeceği kesindi yani. Buna ancak işçi sınıfının uluslararası birliğiyle yanıt verilebilirdi, eş zamanlı eylemler veya ortaklaşılmış bir devrimci yöntemle, programla. Enternasyonal en başta bu ders üzerine kurulmuştu.
Sonra ise Marksizmin, kapitalizmin dünyayı birbirine çok daha bağımlı kıldığı gerçeğini açıkladığı ekonomi/politik dersleri geldi. İşçi sınıfı kendi ülkesindeki kaynaklar ve birikimle ancak belirli bir yere kadar devrimci mücadeleyi sürdürebilirdi. Kapitalizm, hele artık Lenin’in tanımladığı emperyalizm aşamasına ulaşmışken, belirli ülkeler ölçeğinde kuşatıcı bir güç olarak devrimci mücadeleyi sindirip o ülkenin sınırlarında boğardı. Bu maalesef bugün, zaten başlangıcında devrimci bir mücadeleden çok bir çeşit askeri devralma olan KDHC yani Kuzey Kore örneğinde görülebilir. Kendi bürokratik elitinin iktidarını sürdürmek adına ülkesini bir polis devletine çevirip, işçi sınıfının tüm devrimci enerjisi ve yaşamsal birikimini söndüren, emperyalist kuşatma altındaki bir ülke.
Bir diğer örneği ise Küba üzerinden görüyoruz. Küba kapitalizminin restorasyonunu aşama aşama anlatan çevirileri Canel’in Türkiye ziyareti esnasında yayınladığımızda, Türkiye solundan hiç ses çıkmadı. Şaşırmadık çünkü Küba ‘her şeye rağmen direnen bir kale’ydi onlar için, bürokratik bir elitin, adanın ekonomik gerçeklerini kendi ayrıcalıklarını sürdürmek adına kapitalizme dönüştürmek isteyeceği gerçeğini görmek istemediler, tıpkı SSCB’nin çözülüşünü öngöremedikleri gibi. (4)
Peki niye böyle davranıyorlar?
1930’larda Üçüncü Enternasyonal stalinizmin yöntemlerinden payını alınca, yani önderlikleri, enternasyonalin önderliği tarafından (KEYK) kendi adamlarının atanması yoluyla sakatlandıkça ve gütmeleri gereken misyon Lenin’in Üçüncü Enternasyonali kurarken belirlediği dünya devrimi yerine SSCB’deki stalinist elitin çıkarlarını korumak halini alınca bu bozulma başladı. Önce İspanya Devrimi satıldı burjuvaziyle işbirliğini öneren halk cephesi politikalarıyla, emperyalizmi ürkütmemek adına, SSCB’yi koruma amaçlı. Sonrasında Almanya nazizme tek kurşun bile atmadan teslim edildi. Enternasyonalist strateji artık Moskova’nın kendi ulusal çıkarlarını koruması ekseninde yorumlanıyordu. Örneğin, Nazi istilası tehlikesi kapıdayken, İngiliz emperyalizminin provokasyonları en öncelikli gündem oluyordu veya Sovyetler Birliği’nin Nazi ordularıyla Polonya’yı işgal etmesi ve resmi askeri geçit düzenlemesi, birlikte bir şekilde açıklanması gereken temel işler oluyordu işçi sınıfına.
Bu enternasyonalist bilinç, amaç ve stratejideki korkunç sakatlanma hali, sonra Komintern’in 1943’teki tasfiyesine ve stalinizmin müttefiki olan ABD ve İngiliz emperyalizmlerine ‘bakın dünya devrimi peşinde koşmuyoruz’ diyerek güvence vermesiyle zirveye ulaştı. Artık enternasyonalizm bir selamlama ve kıytırık bir dayanışma mesajından ibaret olacaktı.
Türkiye solu, işte bu bilinçsel sakatlanmayı miras olarak devraldı. Türkiye’de devrimden bahsederken onun kaynakları ve birikiminin bir Ortadoğu veya Avrupa devrimiyle ancak belirli bir çakışma yaşamazsa veya en azından o bölgelerdeki mücadelelerle bağ kurmazsa kuşatılacağını ve iğrenç bir polis devletine dönüşeceğini hiç kestiremedi. İşte en başta dediğimiz Semih Cumhuriyeti fıkrası buna tam olarak uyuyor. Türkiye solu, semih cumhuriyeti ölçeğinde bir enternasyonalist stratejiyle, sosyalizmi kurabileceğini (ki sosyalizm nedir sorusunun yanıtı bile sakat Türkiye solunda, Marx’a ve Lenin’e göre sınıfların ve devletin kalkmaya başladığı aşamayken, onlara göre Stalin’in polis devleti bir sosyalizmdi) düşünüyor ve hatta tartışıyor. Bunun, marksizmi gerçekten iyi bilen, onun küresel ekonomi/politik üzerinden bir strateji örülerek devrimci mücadeleyi başarıya ulaştırabileceğini çözümlemiş Troçki’nin mirasıyla çatışması ortada. Bilinç seviyesi de ortada.
İşte Troçki’nin yaşamı boyunca mücadelesini verdiği bu fikirlerin tartışılmaması için ortaya sahte bir uzlaşı konuyor, o bir devrimci ama hataları vardı, hataları yoksa bile onun tarihsel olarak artık geride kaldığı düşüncesi yerleştirilmeye çalışılıyor devrimci gençliğe ve işçilere. Böylece Troçki, bir politik kadavra haline getirilmeye çalışılıyor.
(Devam edecek…)
- https://haber.sol.org.tr/toplum/buyuk-ekim-devrimi-100-yasinda-devrimin-3-yuzu-interaktif-216212
- Güneş Gümüş seneler önce güzel bir yanıt kaleme almıştı bunlara dair https://www.sosyalistgundem.com/bu-kadari-da-olmaz-demeyin-soz-konusu-tkp-olunca-oluyor-gunes-gumus/
- Tony Cliff’in Lenin biyografisinin birinci cildi bilhassa bu konuda son derece zihin açan örneklerle doludur. Lenin’in Bolşevik partisindeki demokratik merkeziyetçiliğin gerçekten işçi demokrasisini uygulayan bir vaziyette olduğunu anlatır.
- http://www.kirmizigazete.org/2022/11/26/emperyalist-abluka-ve-kubada-kapitalist-restorasyon-1/