TÜRKİYE’DE MOBBİNGİN TARLALARI..

TÜRKİYE’DE MOBBİNGİN TARLALARI..

Çağrı merkezlerinde çalışan işçi sayısı artarken, büyük kentlerden Anadolu’ya, çağrı merkezi çalışanlarının payına büyük bir sefalet düşüyor. Örgütlü çalışmanın yaygın olmadığı sektörde, bürokrasiden ve burjuva sendikal anlayışlarından bağımsız bir örgütlenme çabası sürdüren Çağrı-İş’in (Çağrı Merkezi, Posta, Telefon, Telgraf, Telekomünikasyon, İnternet ve İletişim İşçileri Sendikası- @SendikasCagr ) Genel Başkanı Cihan Sezer ile sektörde çalışan işçilerin durumu üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

KIRMIZI GAZETE HABER

Bize biraz çağrı merkezi işçilerinin çalışma koşullarından bahsedebilir misiniz?

Resme genel olarak baktığımızda, Türkiye genelinde bütün işçilerin çalışma koşulları sürekli kötüye gidiyorken (ki bu süreç ekonomik krizle son yıllarda daha da ivme kazandı!), patronların ve özellikle bankaların kârları ise yüzde 400-500’e varan oranlarda artıyor. Bunda herkes hemfikirdir. Özelde de çağrı merkezlerinin çalışma koşulları aynı şekilde yeni hak gaspları ve tazminatsız işten atmalarla daha da kötüye gidiyor. Burada çağrı merkezlerini özel kılan durum, yaptıkları işin doğasında yatıyor. Dünyanın en ağır işlerinden birisi olarak geçer çağrı merkezi işçiliği… Bu zorluğun en önemli nedeni tamamen beyin emeğine dayalı bir iş yapıyor olmaktır.

Ayrıca Çağrı merkezindeki müşteri temsilcilerini arayan müşterilerin önemli bir kısmı da, kuruş hesabı yaparak yaşamaya çalışan emekçi nüfustur. Bu müşteriler (Çağrı merkezlerinde arayan ya da aranan kişiler müşteri veya abone olarak adlandırılmakta.), bankaların kendilerinden kestikleri aidatlar ya da yüksek gelen faturalarıyla ilgili ararlar çağrı merkezlerini genellikle. Aradıklarında ise karşısına çıkan kişiyi bankanın ya da faturasını yükselten GSM şirketinin bir bileşeni olarak görerek tüm sinir stresi çalışana aktarırlar. Karşısındaki müşteri temsilcisi ise zaten kendini şirketin bir parçası olarak göstermek zorundadır ve şirketin yaptığı fahiş uygulamayı ya da yanlışı savunmak mecburiyetinde kalmaktadır. Telefonun ucundaki sinir krizi geçiren müşteriye kurumsallık adı altında güler yüzlü bir ses tonu ve sevecen bir tavırla şirketi savunmaktadır, çünkü bir taraftan çağrılarının dinlendiğini bilir, çağrı esnasında yapacağı bir hata tazminatsız iş çıkışı için geçerli bir sebep sayılır. Bir taraftan bunun stresini yaşarken bir taraftan da yüzlerce çağrı almış olmanın yorgunluğu ile mekanik bir şekilde tüm müşterilere aynı kalıbı uygulamaya çalışması müşteri temsilcisini bitirmektedir.

Tüm zorluklara rağmen işçi duygularını saklamak zorundadır.  Örneğin bir kadın çalışan (çoğunlukla üniversite mezunudur, atanamamış öğretmen, mühendis ya da iş bulamamış yüksek eğitimli bir kadındır.) saatlerdir yoğun bir şekilde bankayı arayan müşterilerin hakaret ve tacizlerine maruz kalıp gözyaşı dökerken diğer taraftan o sevecen ses tonunu, bankanın ‘’yardımsever’’, ‘’insana değer veren’’ imajını yansıtmaya çalışır. Posası çıkmıştır artık ancak mesai bitimine dakikalar kala takım liderinin ek mesai talimatıyla altüst olur. Bütün bu yaşananlara yöneticilerin tehdit ve mobbingleri eklenir. Tüm işin zorluğuna mobbingler eklenince gerçekten bir işkence halini alır. Çağrı merkezi şirketleri, özel sektörde 200 binden fazla genç işsize istihdam olanağı olduğu için de iktidarlar ve kurumlar tarafından da korunup desteklenmektedir. Çalışanların çalışma koşulları ve hak kayıpları karşısında sessiz kalıp, şirketlerin acımasızlığına daha da olanak tanımaktadır. Bakanlığın çağrı merkezleri ile ilgili denetimi, burada yaşananlara karşı en ufak bir yaptırımı bulunmamaktadır. Genç eğitimli işsizliğin yaygın olduğu, ücretlerin düşük, denetimsizliğin yaygın olduğu ülkemize tam da bu nedenlerle yabancı sermayeli çağrı merkezi şirketleri akın etmektedir.

Çağrı İş neler yapıyor bu işçiler arasında?

Çağrı merkezi çalışanlarının sayısı son 40 yılda inanılmaz şekilde arttı. Bu hızlı artış ve daha ilk yıllarından işin ağır karakteri ile işçileri örgütlenme arayışına yöneltti. Çalışanların iş konusunda ve bilinçlilik konusunda deneyimsizlik ve eksiklerine rağmen özellikle kırsal kesimlerde örgütlenmeye dair girişimler oldu. 2011 yılında Amasya’da Assist çalışanları sendikalaşma arayışları sonrası işten atıldılar, daha sonralarda ise çalışanlar dernek kurarak örgütlenmeye çalıştı. Bir taraftan da kendi işkollarında olan olmayan sendikalarda örgütlenmeye çalıştılar. 2018 de ise Samsun merkezli Comdata şirketinin çalışanları önce Disk’e bağlı Sosyal İş Sendikasında örgütlenmeye ardından Türk-İş e bağlı Tez Koop-İş sendikasında örgütlenmeye başladılar. İşte burada işçilerin inanılmaz bir hızla örgütlendiğini gördük. 6 ay gibi bir sürede İtalyan sermayeli Comdata firmasının işçileri sendikalaştı. Ardından Fransız Atos Çağrı merkezi 3 hafta gibi bir sürede, yerli sermayeli Pluscom çağrı merkezi ise 3 ayda sendikal yetkiyi aldı. Devamında da diğer çağrı merkezlerinde geniş çaplı sendikalaşma başladı. Bu sendikal süreç sadece bir yıl içinde oldu ve Covid 19 Pandemisi başlayana kadar sürdü. Bu zaman aralığında sendikalaşan şirketlerin patronları, birer birer yetki itirazları yolunu seçerek sendikal örgütlülüğü engelleme yolunu seçtiler. Pandemi nedeniyle çalışanlara ulaşmak zorlaşırken, uzayan mahkemeler, sendikal iş kolunun değişmesi gibi nedenlerle sendikal çabalar yavaşladı ve işçilerin örgütlenme heyecanını da kırdı.

Ancak çalışma koşullarının artarak ağırlaşması ve evden çalışma sürecinde ortaya çıkan yeni hak kayıpları, bir zamanlar örgütlenme çalışmasında öncülük eden eski işçileri tekrar harekete geçirdi ve böyle bir zamanda Çağrı-İş sendikasının örgütlenme fikri ortaya çıktı. Kurucuları ve yöneticilerinin tamamı çağrı merkezi işçilerinden oluşan sendikamız Çağrı İş, hızlı bir şekilde Kasım 2022’de kuruluşunu yaptı ve daha birkaç aylıkken işçilerin banka promosyonu taleplerini sendikal örgütlenme ile birleştirmeyi başardı. Hatta ilk fiili kazanımımız 3500 işçinin çalıştığı Comdata firmasında şirketin tüm itiraz ve tehditlerine rağmen banka promosyonu ödemelerini almamız oldu. Burada işçilerin de güveninin ve inancını tazeledik bir anlamda. Bunun kanıtı ise, daha önceki sendikal başarısızlıklara rağmen yüzlerce üyeyi örgütlemiş olmamız. Sendika yapısının tamamen bu şirketlerdeki işçilerden oluşmasından dolayı, her bir çağrı merkezi işçisinin karşılaştığı saldırıları hak kayıplarını ve tazminatsız iş çıkışlarını çok yakından bilip hissettiğimiz için, sendika olarak ilk mücadelesini yürüttüğümüz konular da bunlar oldu. Şirketlerin yasaları hiçe sayarcasına kimseye tazminat ödemeden işten atması, özellikle karşı çıktığımız ve dikkat çekmeye çalıştığımız bir konu oldu. Bunun yanı sıra ağır mobbing uygulamalarını da engellemeye azaltmaya çalıştığımız, bakanlığın iktidarında taraflı sessizliğini göstermeye çalıştığımız etkinlik ve bilinçlendirme çalışmalarımız var. Şirketlerin özellikle taşra şehirlerinde işçi seçmesi ve evden çalışma ortamında çalışması bizim onlara ulaşmamızı zorlaştırmış olsa da, sosyal medyayı etkin bir şekilde kullanarak işçiler ile bağ kurmayı başardık. Sendikamızın imkan olanakları arttıkça çok daha yüksek örgütlenme hak kazanımları elde edileceğine, işçilerin bilinç seviyelerinin bu süreçlerle yükselerek artacağına eminiz. Hatta çok küçük katılımlı eylemler olsa da ‘’kulaklık bırakma’’ eylemlerini ilerleyen zamanlarda yapabileceğimize ve o devasa şirketlere geri adım attıracağımıza eminiz. Bu, işçilerin kendi güçlerinin farkına varması açısından da oldukça önemli.

Bu samimi sohbet için Cihan Sezer’e ve Çağrı-İş yönetimine teşekkür ederiz.

Yazar Hakkında