MESS GREVLERİ  1977-1980

MESS GREVLERİ  1977-1980

Bu yazı “Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi”nde Hakkı Yükselen tarafından kaleme alınan “MESS GREVLERİ 1964-1980” maddesinden yararlanarak yazılmıştır.

Metal sanayii, Türkiye ekonomisi ve imalat sektörü içindeki önemi, bu alanda örgütlü işçi ve patron sendikalarının güçleri nedeniyle sert sınıf mücadelelerine sahne olmuştur. Bu alandaki mücadele ve anlaşmazlıklar özellikle ağır kriz dönemlerinde ekonomik-sendikal boyutlarını aşarak ülkenin gidişatını ve toplumsal –sınıfsal ilişkileri tümden etkileyen politik nitelikler kazanmıştır.

1959’da kurulan ve otomotiv, döküm ve beyaz eşya sanayilerinde faaliyet gösteren işverenlerin örgütlü olduğu MESS (Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası), temsil ettiği sektörün Türkiye ekonomisi içindeki belirleyici konumunun sağladığı güçlü ekonomik, mali, siyasi etki ve avantajlarla işçi sınıfının karşısında her zaman yüksek sınıf bilinçli, militan-savaşçı bir güç olarak yer almıştır. Sektörde aynı zamanda birbirleriyle sert bir rekabet içinde olan güçlü işçi sendikaları da vardır.  Bu iki gücün karşı karşıya geldiği alanda, kriz dönemlerinde çok daha sert mücadelelerin yaşanması elbette kaçınılmazdır.

İstatistikler bu sektörde yaşanan grevlerin, grev hakkının yasalaştığı 1963’ten 1980’e kadar yapılan bütün grevlerin yüzde 28’ini; bu grevlere katılan bütün işçilerin de yüzde 17,5’ini kapsadığını göstermektedir. Yine istatistikler, aynı zaman aralığında grev başına 316,1 işçi düşerken metal işkolundaki grevlerde grev başına 267,5 işçi düşmesine rağmen kaybedilen işgünü bakımından bu sektörün ilk sırada yer aldığını göstermektedir.

Metal işkolunda MESS’e karşı yapılan pek çok grev olmakla birlikte bu grevlerin en önemlileri özel sektör işyerlerinde örgütlenmiş olan DİSK’e bağlı Maden-İş sendikası tarafından yürütülmüştür.  MESS grevleri, 1977’de başlayan ve 12 Eylül 1980’de bir askeri darbe ve diktatörlükle sonuçlanan çok yönlü kriz (ekonomik, toplumsal, siyasal) sürecinde Türkiye mali sermayesinin hedeflerini açıkça ortaya koyduğu önemli kilometre taşları olmuştur. 60’lı yılların başından itibaren uygulanmakta olan İthal ikamesine dayalı sermaye birikim modelinin iflas ettiği ve mali sermayenin, krizdeki uluslararası kapitalist sistem içindeki “neo-liberal” değişimler paralelinde yeni bir sermaye birikim modeline yöneldiği, işçi sınıfının direncini kırıp emek-sermaye arasındaki güç dengelerini köklü biçimde değiştirmeyi hedeflediği bir dönemde sınıf ilişkilerinin giderek çatışmalı hal alması kaçınılmazdı. Dönemin kanlı siyasi ve toplumsal çatışmaları, içerdiği komplolarla birlikte bu temelde değerlendirilmelidir

MESS işyerlerinde Maden-İş tarafından yürütülen “12 Eylül” öncesi grevler kapsamında 1964, 1977, 1978 ve 1980 grevlerini sayabiliriz. Bunların hepsi çok sayıda işyeri ve grevci işçiyi kapsayan grevler olsa da 1977’deki “Büyük Grev” ile 1980’deki grevin, Türkiye toplumsal ve siyasal tarihini, sınıflar mücadelesini ve işçi sınıfı hareketini derinden etkileyen bir sürecin çok önemli parçaları olarak ele alınması gerekir.

1977 “Büyük Grev”

Maden-İş ile MESS arasında 9 ay süren toplusözleşme görüşmelerinin anlaşmazlıkla sonuçlanması üzerine grev kararı alınan işyerlerinde binlerce işçi 30 Mayıs 1977’de greve gitti. Ülkenin içinde yol aldığı koşullar nedeniyle bu grev olağanüstü bir önem kazandı. Toplu sözleşme görüşmeleri ve grev süresince yaşanan tartışmalar sık sık işçi ve işveren sendikaları arasındaki ücret ve sosyal haklar konusundaki uyuşmazlıkların ötesinde geçerek “ilkesel”, ideolojik ve politik nitelik kazandı.  Ücretlerin ve sosyal hakların yüksekliğinden şikâyet eden patronlar, ülkenin koşullarının bu düzeyde taleplerin karşılanmasına uygun olmadığını, bu nedenle işçi sendikalarının taleplerinin belirli ilkelerle sınırlandırılması gerektiğini söylüyorlardı. 1971-72’den beri (Yalova ve Tarabya toplantıları) geliştirilmeye çalışılan bu ilkeler 1977 grevinde bütün gücüyle uygulamaya sokulmak istedi. MESS’in bu bağlamda öne sürdüğü en önemli talep “grup toplu iş sözleşmesi”ydi. Patronların esas alınmasını istedikleri bu ilkeler topluca ilk olarak TİSK tarafından 1976’da kamuoyuna açıklanmıştı. İşverenler “Sağlıklı bir ekonomi için işçi ücretlerinin artış hızının mantıklı ölçüler içinde sınırlandırılması, sosyal hakların bugün gelinen düzeyde tutulması; kıdem tazminatı, yıllık izinler ve çalışma saatlerinin yasaların tanıdığı çizgiler içinde dondurulması, ücret artış hızının sınırlandırılması…” biçiminde talepler ileri sürmekteydi.  Bu talepleri reddeden Maden-İş,  MESS’in “işçi sınıfının en savaşkan sendikasını”  siyasi amaçlarla hedef almakla suçlayarak kazanılmış haklarda geriye gidişin programlandığını söylüyordu. Bu ilkesel anlaşmazlıklar toplusözleşme maddelerinin kapsamlı biçimde tartışılmasını da engelliyordu. İşkolundaki grevler yayılırken patronlar da lokavt ilanı yoluna gitmeye başladılar, ancak görüşmeler devam etti. Bu arada MESS üyesi bazı işyerlerinde patronlar MESS’ten bağımsız sözleşme imzaladılar.

Bu arada greve ilişkin açıklamasında MESS Genel Sekreteri İlhan Lök, Maden-İş’in talepleri içinde 1976’daki DGM direnişinde işten çıkartılan işçilerin yeniden işe alınması talebinin de olduğunu, grevin normal bir işçi-işveren anlaşmazlığı olmadığını ve bu nedenle çözümünün de kolay olmadığını söyledi. DİSK genel sekreteri Mehmet Karaca ise “Maden-İş’in büyük grevi, işçi hak ve özgürlüklerini yok etmek, sendikaları parçalamak, ücret artışlarını engellemek isteyen MESS’e ve onun şahsında işbirlikçi tekelci sermayeye bir uyarıdır” demekteydi.  Maden-İş’in grevdeki başlıca sloganlarından biri de “DGM’yi Ezdik Sıra MESS’te!” idi.

Bu gerilimin grevin uzama ihtimalini güçlendirmesi nedeniyle Maden-İş sendika merkezi ve bölgeler dışında da tüm işlerlerinde düzenli olarak çalışan dayanışma komiteleri kurmuştu. Sendika ayrıca bir de yardım kampanyası başlattı, kampanyanın sloganı “Grevdeki işçiye her gün bir ekmek, ayda bir kilo et karşılığında yardım” idi. Kampanyaya bütün DİSK üyesi sendikalar katılırken, Almanya’da da kampanya yürütüldü;  çeşitli yabancı sendikalar ve Dünya Sendikalar Federasyonu da destek için temsilciler gönderdi.

Maden-İş, MESS’in “grup sözleşmeleri” talebini, bunun kabulünün 3 yıllık toplu sözleşmelere yol açacağı gerekçesiyle reddettiklerini, uyuşmazlığın diğer konularda görüşmeyen MESS’in bu konudaki ısrarından çıktığını, MESS’in bir ücret önerisi vermediğini, verdiğini açıkladığı ücretin çok altında ücretler önerdiğini ve uyuşmazlığın başından beri masaya şartlı oturmak istediğini açıkladı. Mess ise, Türk işverenlerinin sağlıklı bir çalışma barışı sağlayabilmek için bugünkü gidişe dur diyebilmenin gereğini anladılar… Ülkemizde işçilerin hakları diğer çalışanları aşmıştır” demekteydi.

Grevler yayılarak sürerken patronlar işçilere, “Komünistler İşçileri Neden Aldatıyor” başlıklı broşürler yollamaya başladılar. Sungurlar İşçileri bunları fabrika önünde yaktı. 29 Temmuz’da Demirel başkanlığındaki 2.MC Hükümeti Ereğli Demir-Çelik’te alınan grev kararını 1 ay süreyle erteledi. 29 Ağustos’ta ise Hükümet Ereğli Demir-Çelik grevini 2 ay daha erteledi. MESS henüz greve girilmemiş işyerlerinde de lokavt ilan etti. Buralarda işçiler fabrika önlerinde nöbet çadırları kurdu. Sonunda grevdeki işyeri sayısı 43’e çıkarken grevci işçi sayısı da 15.758’e ulaştı.

Grevler devam ederken 2. MC hükümeti düştü, hükümeti kurma görevi Ecevit’e verildi. Yeni hükümetin kurulmasıyla 20-21 Ocak’ta Maden-İş ile MESS arasında basından gizli olarak yapılan görüşmelerin ardından taraflar, temel ilkeler konusunda anlaşma olasılığının doğduğunu, 65 işyerini kapsayan görüşmelerde detaylar nedeniyle görüşmelerin uzayacağını; başlıca sorunların, grevde geçen sürenin işçinin kıdeminden sayılıp sayılmaması, DGM direnişi nedeniyle işlerine son verilen işçilerin durumu ve farklı tarihlerdeki sözleşmelerin gruplandırılması gibi konular olduğunu açıkladılar.

Sonunda Başbakan Ecevit ve Çalışma Bakanı Bahir Ersoy’un arabulucu olarak devreye girmesinin ardından 3 Şubat 1978’de sözleşme imzalandı. Grev 8 ay sürmüştü. Ereğli Demir-Çelik’te ise görüşmeler ayrı olarak başladığı için bu kamu işyeri kapsam dışı bırakıldı. Sözleşmede ekonomik ve sosyal haklardaki kazanımlara karşın kıdem tazminatları konusunda bir gelişme sağlanamadı; DGM direnişi nedeniyle işten çıkartılan işçilerin geri dönüşleri sağlanamadı; sadece bu işçilerin tazminatlarının ödenmesi ve kara listeden çıkartılmaları kabul edildi; bütün sözleşmelerin bitiş tarihi olarak 1 Eylül 1979’un belirlenmesi Maden-İş’in işveren ilkelerinin içinde yer alan “grup sözleşmeleri”nin kabul etmesi anlamına geliyordu. Sözleşmenin ardından kamuoyunda bunun bir zafer mi yoksa yenilgi mi olduğu tartışılmaya başladı. Sosyalist solun bazı kesimlerinden, TKP yandaşı politikalarıyla bilinen Maden-İş’e yönelik şiddetli eleştireler geldi: Ünlü sosyalist mizah yazarı Aziz Nesin’in “Büyük Grev” adlı kitabı bunlardan biriydi.

1980 Grevi

1978 Temmuzu’nda yaşanan, 30 gün süren ve anlaşmayla sona eren grevlerin ardından Mart 1980’de MESS işyerlerinde toplu sözleşme anlaşmazlığından kaynaklanan yeni bir grev dalgası başladı. Aynı dönemde Türk-İş’e bağlı Türk Metal’in 26 işyeri için yaptığı toplusözleşme sektördeki diğer sendikalarca tepkiyle karşılandı. Ülkedeki “yapısal krizin” şiddetlenmesi, özellikle 24 Ocak kararlarıyla ortaya çıkan yeni yönelişin ve gerilen toplumsal ilişkilerin kaçınılmaz biçimde sınıflar arası bir hesaplaşmaya dönüşmesi bu grevin de ekonomik-sendikal sınırların ötesine geçmesine neden oldu. Bu aynı zamanda 1977’de “yarım kalmış bir hesaplaşmanın” da gündeme gelmesiydi.

Sermaye daha sonra 12 Eylül askeri diktatörlüğü altında büyük ölçüde kavuşacağı sınıfsal hayallerini bu dönemde çok daha açık biçimde ifade etmeye başladı. Propagandanın esasını işçilerin ülke ekonomisi ve diğer toplumsal kesimlerin zararına aşırı taleplerde bulunduğu, bunların mutlaka sınırlanması gerektiği iddiası oluşturuyordu. İMF‘nin yapısal uyum programlarının ve 24 Ocak Kararlarının gündeme getirdiği ihracata dayalı ekonomi hedefinin gerçekleşmesi, düşük teknolojilerle yürüyen bir ekonomide ancak düşük emek maliyetleri ve baskı altına alınmış, olabildiğince örgütsüzleştirilmiş bir işçi sınıfıyla mümkündü. İşçi sınıfının o güne kadarki bütün kazanımları sermaye birikim modelinin ağır krizi nedeniyle burjuvazi ve onun devleti açısından taşınamaz bir yük haline gelmişti. Demirel hükümetinin emek karşıtı yeni ekonomik programının gerçek yöneticisinin başbakanlık müsteşarlığına getirilen eski MESS Başkanı Turgut Özal olması bir tesadüf değildi!

Ekim 1979’da başlayan ve 108 işlerinde çalışan 35 bin işçiyi kapsayan toplusözleşme görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması üzerine uyuşmazlık tutanağı tutulduğu açıklandı. Tutanak çalışma süreleri, iş güvencesi, izin süreleri, işçi sağlığı, iş güvenliği, ücretler, ikramiyeler, yan ödemeler sendikal haklarla ilgili bütün maddeleri kapsamaktaydı. 14 Ocak’ ta Genel Başkan Kemal Türkler ve çok sayıda sendika yöneticisi hakkında, Maden-İş Genel Kurulu’nda Enternasyonal marşının söylenmesi nedeniyle tutuklama kararı verildi.  4 Şubat’ta MESS, bir gazete ilanıyla işçilere destek ödemesi yapmaya karar verdiğini açıkladı. İşverenlerin grevi kırmak amacıyla verdikleri bu ilan işçi sendikalarının tepkisine neden oldu.

Aynı günlerde TİSK (Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu) Türkiye’de bir sendika enflasyonu yaşandığını, bunun nedeninin sendikacılığın kolaylıkla yürütülen bir meslek olduğunu iddia eden “Türkiye ve Dünyada Ekonomik ve Siyasal Durum” başlıklı bir broşür yayımladı. Broşür 12 Eylül’den sonra çalışma alanında yapılan değişikliklerin gerekçesiyle büyük paralellik gösteriyordu! Aynı günlerde MGK tarafından önerilen bir olağanüstü hal yasası da gündeme geliyordu. 2 Ocak’ta önemli bir gelişme oldu: Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e bir uyarı mektubu verdi. Bu aslında yaklaşık dokuz ay sonra gerçekleşecek olan darbenin açık bir işaretiydi.

28 Şubatta, alınan grev ve lokavt kararlarının 2. grup uygulaması başladı. Grev kararı alınan işyeri sayısı 122’yi buldu. Maden-İş 13 Mart’ta 5 ildeki 12 işyerinde 4 bin işçiyle greve başladı. 18 Mart’ta uyuşmazlığa gidilen bütün işyerlerinde greve başlama kararı alındı. Aynı gün yayımlanan bir MGK bildirisinde İşçiler “üretimi düşürücü tertiplere karşı uyanık olmaya” çağırılıyordu. Yine o günlerde MESS yönetimi de Maden-İş’i  “bir sendikadan ziyade Rusyacı bir hüviyeti olmakla” suçluyordu. Maden-İş de bu suçlamaya karşı MESS’i Amerikan emperyalizminin temsilcisi olmakla ve bu nedenle işçiyi sömürerek hakkını vermek istememekle suçladı. 19 Mart’ta grev 40 işyerine daha yayıldı.

İşveren örgütleri buna tepki gösterdi. İTO ve İSO başkanları toplu grevlerin 24 Ocak kararlarını olumsuz yönde etkileyeceğini açıkladılar. Aynı günlerde Tekfen ve Birleşik Aydınlatma Sanayii’nin tüm işyerlerindeki grevler “milli güvenlik” gerekçesiyle 1 ay ertelendi. 5 Nisan’da hükümet, IMF taleplerine uygun biçimde işçi ücretlerinin kısıtlanması yolunda önemli bir adım attı: KİT genel müdürlerini toplayan Başbakanlık Müsteşarı Özal, dış yardımın gelebilmesi için kamudaki toplusözleşmelerde uygulanacak ücret artışlarına ilişkin sınırlamaları anlattı. 6 Nisan’da TİSK Genel Sekreteri, genel kurula verdiği raporda, “Grev hakkı anayasal bir hak olmakla beraber mülkiyet, haberleşme, çalışma hakkı ve söz hürriyeti gibi diğer anayasal hakların üzerinde değildir. Grev hakkı diğer haklarla çeliştiği noktada hak olma vasfını kaybeder; grev hakkı sınırsız bir hak olamaz” demekteydi. Rapor sendikaların tepkilerine yol açtı.

Sonraki günlerde MESS’in Türk Metal’le yaptığı sözleşmeyi emsal olarak göstererek öne sürdüğü sözleşme teklifi Maden-İş tarafından ihanet belgelerinin emsal olamayacağı gerekçesiyle reddedildi. 7 Haziran’da MESS’in adreslerine gönderdiği Maden-İş karşıtı yayınları iade etmek isteyen işçi aileleri gözaltına alındı.  Sektördeki Otomobil-İş, Tüm Metal-İş gibi bağımsız sendikaların sürdürdüğü grevlerle birlikte grevdeki işyeri sayısı 74’e, grevci işçi sayısı 21.854’e ulaşırken, Maden-İş ile MESS arasındaki görüşmeler yeniden başladı. Ancak taraflar birbirlerini suçlamaya devam etti: MESS, grevleri tamamen “ideolojik amaçlı” görüyordu! Bu arada Otomobil-İş MESS’i bağlı 5 işyerinde daha grev kararı aldı.

Grevler sürerken Başbakanlığa bağlı Toplusözleşme Koordinasyon Kurulu bir genelge yayımladı. Başbakanlık Müsteşarı Özal tarafından onaylanan genelge Türkiye Odalar Birliği, TİSK gibi kuruluşlara da özel olarak yollandı: Genelgede, “Toplu sözleşmelerde ek mali yükümlülükler getirecek kalemler yer alamaz; işçilerin yönetime katılmaları mümkün değildir, daha önce böyle bir madde varsa istişari olarak değiştirilecektir; yıllık izin süreleri artırılamaz, haftalık çalışma saatleri indirilemez…” gibi maddeler yer alıyordu. Genelge tam manasıyla burjuva devletin sermaye çevreleriyle olan çıkar birliğinin bir ifadesiydi. Bu, muhalif siyasi ve sendikal kesimler tarafından devletin çalışma hayatına tehlikeli bir müdahalesi ve işçi sınıfının kazanımlarına karşı bir saldırı olarak değerlendirildi.

Aynı günlerde yükselen siyasi şiddet ve cinayetler dalgası 22 Temmuz’da Maden-İş Genel Başkanı Kemal Türkler’in faşistlerce evinin önünde öldürülmesiyle zirveye ulaştı. Cinayeti protesto için on binlerce işçi iş bıraktı, üretim ve hizmetler durdu. Sıkıyönetim Komutanlığı işçileri işbaşı yapmaya çağırdı. Çok sayıda işçi ve sendikacı gözaltına alındı. Kemal Türkler’in cenazesi on binlerce kişinin katıldığı bir törenle kaldırıldı…

Maden-İş’in ve diğer sendikaların MESS işyerlerindeki grevleri 12 Eylül askeri darbesinin ardından yayımlanan ve tüm grevleri yasaklayan 14 Eylül tarihli MGK bildirisiyle sona erdi. Bazı işyerlerinde işçiler direnişlerini 1 gün daha sürdürseler de 16 Eylül’de bütün işyerlerinde işbaşı yapıldı…