B. Turgut
Roma egemenliği adı altında soyup soğana çeviriyorlar, öldürüyorlar ve yağmalıyorlar. Bir çöl yaratıp bunun adına barış diyorlar.
Galgacus’tan aktaran Cornelius Tacitus
Trump, Mısır’da İsrail ve Hamas arasında yapılan müzakerelerin barışla sonuçlandığını duyurdu. Hem İsrail hem de Gazze’de eş zamanlı kutlanmaya başlanan barış duyurusu, her iki tarafın da masadan muzaffer kalktığı propagandalarının ardından resmileşmiş görünüyor.
Tüm bölgenin Siyonist İsrail’in bombaları ile yok edildiği bir anda, Ortadoğu’nun göbeğinde, zengin arap devletlerinin arasında ve buna rağmen en ufak bir destek göremeden yaşayan Filistinlilerin bu haberi kutlamasının biraz nefes alma ihtiyacından doğması elbette beklenir.
Ancak bu barış, tıpkı 1993’te Oslo’da yapılan barış gibi ciddi bir yenilgi de içeriyor.
Bağımsız heyetlerin verdiği raporlara göre, Gazze’de her 4 binadan 3 ü hasarlı. Binaların yarısı ise tamamen yok oldu. Saldırılara da uğrayan hastaneler çalışamaz duruma getirildi. Gazze merkezde ve güney kıyılarında insanlar çadırda yaşamlarını sürdürüyor. Eğitimin sürdürülmesi için tek bir olanak bulunmuyor. Tarım arazilerinin tamamı yok olurken, salgın hastalıklar yayılıyor. Ne kanalizasyon ne içme suyu şebekesi kaldı. Bölgenin hemen her yerde binlerce infilak etmemiş bombanın olduğu da raporlanıyor. Yani Gazze bugün bir çöl durumunda. Barış bunun üzerine yapılıyor.
Bu haliyle, bölgenin yeniden yapılanması, Trump’ın yapay zekadan print aldığı görsel kadar kolay değil. Yeniden inşa planı onlarca yıl sürecek bir zaman gerektiriyor. Üstelik bu inşaya kim nasıl destek sunacak, bedeller nereden ve ne karşılığında gelecek belli değil.
Bütün bunların gölgesinde, Gazze halkı devasa bir mülteci kampına sıkışmış ve dış yardımlarla hayatta kalabilecek bir duruma mahkum ediliyor.
Ateşkes şartları:
Şu anda mutabakata varılan, ateşkesin ilk adımı. Bu ilk adımda şu başlıklar var;
- İsrail ordusu tarihi henüz belirlenmemek(!) ile birlikte kademeli olarak geri çekilecek, ancak yine de Gazze şeridinin %60’ını kontrol etmeye devam edecek.
- Savaşın başından itibaren alıkonulmuş İsrailli ve Filistin’li rehineler 72 saat içinde serbest bırakılacak ya da ölüleri teslim edilecek.
- Zaman içinde 400 tırlık yardım konvoyunun Gazze’ye erişimine izin verilecek.
Gazze’da tam bir soykırım ve kalıcı bir işgali kesin olarak hedefleyen Netanyahu’ya bir parça bu maddelerin dayatıldığını düşünülebilir. Ancak, bu barış sürecinin “bugün” gündeme gelmesi, yani savaşın başından beri, her an yapılabilecek olan bu anlaşmanın neden bu zamana kadar yapılamadığı düşünüldüğünde gerçeğin tam tersi yönde izini sürmek gerek.
Nitekim, Hamas ateşkese hazır olduğunu duyurması ve hatta müzakerecilerini Katar’a göndermesinin ardından dahi israil, incelikli bir operasyon ile müzakerecilere suikast gerçekleştirdi. Üstelik Katar’ın başkentinde. Bu suikastin başarılı olup olmadığı konusunda bazı şüpheler olmakla birlikte zaman geçtikçe, ilgili suikastin ABD ve İngilitere’nin hava desteği ile yapılabildiği açığa çıktı.
Siyonist yayılmacılığın 1948’den bu yana kuralı olan; “elinde ne varsa o kalır” hedefi ile savaşı derinleştirildiği görünüyordu.
Henüz, İsrail’in geri çekilmesi için herhangi bir tarih bu ilk aşamada netleştirilmedi. Ayrıca şu ana kadar ilerlemiş maddeler, barış planının sonraki aşamalarında kapsam içinde olduğu net bir şekilde duyurulan, Hamas’ın silahsizlandırılması ve dağıtılması talebinde çıkacak herhangi bir pürüzde tamamen geçersiz hale de gelebilir.
Filistin’i tanıyan ülkeler..
Hem Trump hem de İsrail’in teröre destek olacağını söyleyerek karşı çıkmalarına rağmen İngiltere, Fransa, Portekiz gibi ülkeler Filistin’i BM kongresi öncesinde tanıdıklarını açıkladılar.
Bu Gazze’de sevince neden olmuşken, aslında bu tanımaların alt metninde Hamas’ın silahlardan tamamen arındırılması ve Filistin’in meşru hükümeti olarak Mahmut el Abbas yönetiminin tanındığı açıklanıyordu. Her ne kadar bir başarı olarak görülmek istense de, bu tanımalar dahi, bugün barış görüşmelerinde gündeme gelen Hamas’ın derdest edilmesi planına uygun alt metinler içeriyor.
Bu karar ile ülkeler, hem kendi kamuoylarında oluşan baskıya karşı bir taviz verir gibi görünürler iken aslında bölgedeki İsrail egemenliğinin meşrulaşması, ve iki devletli çözümün uygulanması gibi aslında oldukça gerici bir politikayı hayata geçiriyorlar.
İsrail saldırılarının hız kesmeden devam etmesi, İsrail ve ABD’nin bölgesel hegemonyasının zayıflamasını ve İsrail’e savaşın başında bu ülkelerden verilen desteğe duyulan kamuoyu öfkesini de tetikliyordu. Bölgedeki Arap ve müslüman devletlerin kepaze tutumları da yine bu ülkelerdeki iç gerginlikleri arttırıyor idi. Savaşın devamı halinde bölgede ABD-İsrail-İngiltere hegemonyasının Rusya-Çin hattına doğru kaymasını tetikleyebileceği de ayrı bir faktör olarak bu ateşkes dönemine neden oldu. Nitekim, bölgedeki Arap ve müslüman ülkelerinin kamuoyu, askeri açıdan göbekten bağlı oldukları ABD-İsrail hegemonyasına dair ciddi itirazlar dillendirmeye başlıyordu. Bu açıdan İsrail’in başka bir “egemen” devlet olan Katar’daki saldırısı bir düğüm noktası haline gelmişti.
Bölgede yeni finans ve dolayısıyla hegemonya desteği arayışında olan Trump iktidarının bu zayıflamaya tahammülü ise söz konusu olamazdı. Bu açıdan Netanyahu’nun “çılgınlığının” önüne geçmek durumunda kaldı.
Plan Ne getirecek?
20 madde olarak açıklanan bu planın kalıcı bir garantisinin olup olmadığını zaman içinde göreceğiz. Ancak çok kırılgan zeminde ilerleyen ve provakasyonlara gebe olacağı belli olan bu planın uygulanması durumunda dahi, Gazze halkının egemenliğinin daha da uzak bir geleceğe ertelendiği söylenebilir.
Plan uygulanır ise, bölge, ABD, İngiltere yönetiminde bir konsey tarafından yönetilecek. Ardından da müslüman ülkelerden gelen bir işgal gücü tarafından “korunacak”.
Batı Şeria’daki İsrail’li faşist yerleşimcilerin varlığı ve ilhak çabasına dokunulmadığı gibi bu işgal devam edecek. Şu ana kadar elinde kalan Hamas önderliğinden mahrum kalacak olan Filistin halkı ise, kendi kaderini tayin hakkı ve topraklarının hakimiyetine biraz daha uzaklaşacak.
Gazze halkı, ölümü gösterip sıtmaya razı olduğu ve bir nebze de olsa nefes alabileceği bugünü elbette kutlamaktadır. Bunda anlaşılmayacak hiçbir insani yön de yoktur.
Ancak, bu plan ile başlayan süreç Filistin’in dirençli ancak çileli halkı için yeni çatışmalara gebe olmaktan başka bir anlam ifade etmiyor.
Gazze…O güzel ülke…
Hamas, 30 yıl önce Oslo Anlaşmaları’nın ardından Gazze’deki korkunç koşullardan ve FKÖ yönetiminin ihanetinden doğmuştu. Hamas barış planı sonunda silahsızlandırılsa dahi, bölgede yaşanacak insani yıkımlar ve İsrail’li yerleşimcilere karşı haklı öfke gibi nedenlerle Filistin halkı yine yeni direniş örgütleri ile bu sürece cevap verecektir.
Siyonizmin bölgede varlığı, sürekli bir savaş halini kaçınılmaz olarak yaratacaktır. Siyonizmin asıl hedeflerinden birisi de budur; çatışmalara neden olacak bir durum yarat, ardından bu vesile ile egemenliğini büyüt, yayıl ve derinleştirerek kurumsallaş. Bu yayılma sırasında çubuğun kırılacağı ana kadar şartları zorla. Ardından bir barış sürecinde yeniden bir tür geri çekilişe girme havası ile birkaç yıl rölantide dur. Ardından yeni provakasyonlarını sürdür. Bu sayede yeni ve bir sonraki sınırını yeniden oluştur.
Oslo barış görüşmeleri sonrasında da durum aslında yukardaki şekilde cereyan etti. Gazze tam bir yokoluşun içinde üstelik El Fetih’in jandarmaları jopuyla zapturapt altına alınırken, Batı Şeria’da faşist yerleşimciler desteklendi. İsrail, başkentini Kudüs’e taşıyacağı ve Kudüs’ü tam olarak işgal edeceği tartışmalarının altında 2023 ekiminde Hamas’ın saldırılarını çağırmıştı. Ekim 2023 sonrasında ise Oslo barışının tüm maddelerini fiilen yok etti.
Son durumda bugün bizzat İsrail’in egemenliğinde bir tampon bölge ikurulması kararı le sınırlarını genişletir duruma geldi. Batı Şeria’daki faşist İsrail’li işgalcilerin zulümleri ise buradaki halkı göçe zorlamaya ve siyonistler için yeni yerleşim alanları oluşturmaya meydan veriyor.
Bu ateşkesin İsrail için yeni ilhaklara hazırlanmak dışında bir çıktısı olmayacaktır. Siyonizmin ana fikri budur. Bölgede varlığı devam eden İsrail ile Ortadoğu’da kalıcı bir barışın sağlanması ise eşyanın tabiatına aykırıdır. İsrail yeni ilhaklar için çeşitli uluslarası uygun koşulları da gözetmeye devam edecektir.
İsrail’in hanesine yazılan eksi puanların başında bugün, uluslarası kamuoyunun İsrail’e karşı tek vücut olmuş tepkisi yazılıyor. İsrail için oldukça kolaylıkla savuşturabileceği çeşitli yardım konvoyu aktivizimleri dışında asıl dert, özellikle eski kıtadan yükselen kitlesel eylemlerin kurumsallaşmasıdır. Demir kubbenin delinmesinin İsrail halkındaki güvensizlik duygusunu ve İsrail kamuoyunu ne yönde ilerleteceği bugün belirgin değildir. Ancak, işçi sınıfının ve geniş kitlelerin İsrail’in katliamlarına karşı işçi sınıfı öncülüğünde mermiyi yatağına sürmesi söz konusudur.
İtalya’da gerçekleşen (her ne kadar sol kamuoyunda yaygın olarak genel grev diye sunulsa da, aslında tam bir genel grev olmayan) siyasi grev ve liman işçilerinin İsrail’e yükleme yapmaması girişimi bu açıdan oldukça önemli bir husustur. Bu grevlerin Türkiye, Mısır gibi İsrail’le ticarete tam gaz devam eden ülkelerden başlayarak, tüm dünyaya yayılması bu insanlık dramını durduracak yegane yoldur. Ayrıca tüm dünyada kitlelerin nezdinde adeta bir referans haline gelen Filistin toplumunun desteklenmesi, bu ülkelerin burjuva hükümetlerinin İsrail ve ABD’nin militarizasyon cephesinden uzaklaşmasına dönük bir baskıyı içerebilecektir.
Trump’ın barış planında yer aldığı biçimiyle, Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan gibi ülkelerin Gazze şeridinde “düzeni” sağlamak ve asıl olarak Hamas’ın silahsızlandırılmasını kontrol etme amacıyla bölgede asker bulunduracak olması da bu ülkelerin iç kamuoyunda çeşitli kırılmalar yaratacaktır.
Bu ateşkes ile oluşacak son durumun ne getireceği henüz belirsizdir. Ancak bu sonuçlardan bağımsız olarak bu ülkelerin işçi sınıflarının saflarının siyasi grevler ile doldurulması çabası önem kazanmaktadır. Siyonist İsrail’i yok etmek ancak bu mücadelenin güçlendirilmesi ile mümkün olabilir. Bu İsrail’in kolaylıkla engelleyebileceği bir biçim değildir. Bugün işçi sınıfının ve onun örgütlerinin önünde duran “insani yardım” görevi budur.