Saray rejimi bütün marifetlerini büyük bir hızla ve peş peşe sıralamaya başladı. Önce Suriye’de savaş çıkardı, ardından sınırların açıldığını söyleyip muhtemelen organize biçimde, on binlerce sığınmacının yollara düşüp sınır kapılarına ve sahillere yığılmasını sağladı. Böylece rejimin “çılgın projelerinin” Kanal İstanbul ile sınırlı olmadığı iyice anlaşıldı!!
Şu anda Türkiye, Suriye ile savaş halinde. Önce Suriye hükümetine İdlib’de ele geçirdiği yerlerden geri çekilmesi için şubat sonuna kadar süre verildi. Sürenin dolmasına az bir zaman kala El Kaideci HTŞ ve Saray rejimi tarafından maaşa bağlanıp silahlandırılan SMO ve benzeri güçlere destek vermek için savaş alanında bulunan TSK birlikleri hem karadan hem de havadan vuruldu; resmi açıklamaya göre 33 asker hayatını kaybetti. (Kaybın çok daha yüksek olduğu söyleniyor.) Rusya, TSK birliklerinin, anlaşma gereği olmaları gereken “gözlem noktalarında” değil, daha sonra kurdukları mevzilerde ve savaş alanında bulunduğunu ve “cihatçıların” saldırısı sırasında vurulduğunu ileri sürdü. Sürenin dolmasının ardından bugüne kadar her defasında “olmaz” denilen bir kez daha oldu ve TSK “Bahar Kalkanı” adıyla Suriye devletine karşı bir harekât başlattı.
“Neden Suriye’deyiz?”
“Neden Suriye’deyiz?” sorusunun cevabı çok açık. Saray rejimi bu işi tamamen bir iç politik soruna, bir “beka” meselesine dönüştürdü. Amaç, İdlib’den gelecek bir sığınmacı dalgasını engellemek, sivil katliamını önlemek gibi insani; Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olmak gibi görece diplomatik nedenlerle açıklasa da, esas niyetin Suriye’de rejimi değiştirmek, yeni rejim üzerinde kontrol gücü kazanmak ve bunun da ötesinde uygun koşullarda Suriye topraklarının bir bölümünü ilhak etmek. “Esadgidene kadar!” formülü bu niyetin açık ifadesi. Bu gerekçenin, Esad gitmediği sürece Türkiye’ye Suriye’de kalma imkânı sağlayacağı düşünülüyor. Ayrıca bu yolla Baas rejimi üzerinde hem dışarıdan hem de içeriden yoğun bir baskı oluşturarak Esad hanedanının bir saray darbesiyle yıkılabileceği hesabı da yapılıyor olabilir.
Gerçek hayat!
Elbette bütün bu hesapları yaparken Rusya ve İran gerçeği de hesaba katılmak zorunda! Bu nedenle RTE, Rusya’ya “Sen aradan çekil, beni Suriye ile baş başa bırak!” diyor. Bugüne kadar anlaşma, şantaj ve emrivakiler yoluyla epey yol almış olan Saray rejimi bir hamle daha yapıyor. Ancak Rusya gerçeği genelde bazen TSK’yı da vuran hava bombardımanları ve Suriye devletine açık siyasi-askeri destek biçiminde kendini ortaya koyuyor. Bu, Saray rejiminin önünde ciddi bir engel. Mesela Ruslar “Biz değil, Suriye ordusu vurdu !” dese de son saldırının bir Rus operasyonu olduğunu herkes biliyor. Bir başka örnek Serakıp. Daha önce Suriye ordusunun ele geçirdiği stratejik Serakıp yerleşimi TSK destekli İslamcı-cihatçı örgütler tarafındanalındıktan sonra yeniden Suriye ordusu tarafından ele geçirildi, ancak bu defa Rusya askeri polisi devrede. Rusya bu yolla Serakıp’a yapılacak bir saldırının kendisine yapılmış olacağını ilan etmiş oluyor. Yani Saray’ın “Sen çekil, ben Suriye’yi halledeyim” önerisini reddediyor. Bir takım zorunlu veya planlı “esneklikler” bir yana Rusya’nın bizim rejime böyle bir tavizi vermesi RTE’nin artık “tutulamaz” hale gelmesi demektir. Bu aynı zamanda Rusya’nın da 2015’ten bu yana sürdürdüğü Suriye politikasını terk etmesi anlamına da gelir. Böyle bir durum Rusya’nın Ortadoğu’daki varlığını ciddi biçimde zayıflatacak, hatta sona ermesine yol açacaktır. Bu nedenle RTE’nin Putin’e ettiği “Sizin orada ne işiniz var, eğer üs kuracaksanız yine kurun, ama aradan çekilin bizi rejimle baş başa bırakın!” sözünün hiçbir kıymeti harbiyesi yok. Yani sadece Rusya’nın değil, İran’ın da Suriye’de ve bölgede daha çok işi var.
Yeni ittifaklar, eski müttefikler!
Son gelişmeler ışığında, Rusya ile yürünen yolun sonuna gelindiği düşüncesi yaygınlık kazanıyor. İdlibve Suriye bağlamında artık ABD ve NATO lafları çok daha fazla edilir oldu. Saray rejimi ile ABD arasındaki flört karşılıklı bir muhabbet içinde ilerlerken Türkiye NATO’yu göreve çağırıyor. İktidarın Avrupa’ya şantaj amacıyla sığınmacıları kullanarak yarattığı krizin de başlıca amacı Batı’nınİdlib ve Suriye sorununa Türkiye’nin yanında müdahil olması; en azından Türkiye’nin bölgede çok uzun süre kalmasını sağlayacak biçimde bir ateşkesi sağlaması.
Durum ortada: Saray rejimi kendisi için varlık yokluk sorununa dönüştürdüğü Suriye meselesinde bugüne kadar zorlaya zorlaya epeyce bir yol aldı. Ancak Suriye’de savaş halindeki düşman cephelerin arkasında yer alan tarafların baştan beri çatışan çıkarları, hâlâ bazı uzlaşmalar mümkün görünse de, birlikte yürümeyi giderek imkânsız kılıyor. Saray rejiminin, gelinen noktada hedeflerine ulaşabilmek için, zoraki ortaklarıyla daha açık çatışmalara girmeden yürümesi artık zor görünüyor. Savaşla neticelenen son gelişmeler bunu açıkça gösteriyor. Bu nedenle saray rejiminin uluslararası planda yeni müttefiklere ihtiyacı var. ABD ve NATO ile yeniden yakınlaşmanın sebebi hikmeti bu. Ancak kurulan ve kurulacak ittifakların ilan edilmemiş temel koşulu Saray rejiminin “bekasına” bir zarar gelmemesi. Rusya ile ilişkilerin yakın olduğu dönemde iki ülkede de benzer rejimlerin egemen olması ve RTE-Putin ilişkileri nedeniyle böyle bir tehlike yoktu. Ancak çok daha köklü ve derin ilişkilere sahip olunan Batı ile ittifak, pek çok faydanın yanı sıra RTE için bazı kuşkulu yönler de içeriyor. Yıllar boyunca onca “anti-emperyalizm” hikâyesi boş yere anlatılmadı! Emperyalist sistemin büyüklerinin Türkiye’yi yeniden kazanmak için rejimin bazı kusurlarını görmezden gelip idare etseler de bazı şeylerieleştirmeleri, “demokrasi” konusunda mırın kırın etmeleri kuvvetle muhtemel.
Destek var, açık çek yok!
ABD ve NATO’nun bütün “sahip çıkma” gösterilerine rağmen Suriye meselesinde rejime “açık çek” vermedikleri görülüyor. ABD daha önce Suriye’ye askeri müdahale niyeti olmadığını açıklamıştı. Pek çok destek vaadi havada uçuşsa da son olarak ABD Savunma Bakanı Mark Esper, Suriye’de Türkiye’ye hava desteği vermeyeceklerini söyledi. NATO da Türkiye’ye destek için meşhur 5. Madde’nin işletilemeyeceğini söylüyor. Yani kendilerinin de belirttiği üzere Batı’nın Rusya ile savaşmaya niyeti yok. Ancak Türkiye üzerinden Suriye’de önce “bozucu” bir etki sağlamak, ardından Esad rejimini olabildiğince zayıflatıp ülkenin siyasi geleceğini belirleyebilecek bir konum kazanma hamlesi yapılabilir. Bu bağlamda ABD ve NATO yetkilileri Türkiye’ye “mühimmat yardımı” yapılabileceğini söylüyorlar. Yani savaşan Türkiye’nin arkasında siyasi ve askeri olarak durarak belirli bölgesel amaçlara ulaşmayı ve Rusya’yı uzun süre oyalayarak yıpratmayı, güçten düşürmeyi hedefliyorlar.
Savaş uzarsa veya kullanışlı bir unsura dönüşmek!
Batı’nın emperyalist merkezleri muhtemelen, bu savaşın uzamasının sadece Rusya’yı değil, Türkiye’yi de epeyce yıpratacağını ve bu durumda siyasi ve askeri planda Türkiye’nin kendilerine olan bağımlılığının artacağını hesaplıyorlar. Ayrıca böyle bir politika, işlerin sarpa sarması durumunda sorumluluğu olduğu gibi Türkiye’ye yıkarak işin içinden sıyrılma imkânı da sağlayabilir! Rejimin gidişatına bakarak, ciddi bir değişiklik olmaması halinde, uzayan bir savaşın yol açacağı ekonomik yıkımın Türkiye’yi Batı’ya muhtaç hale düşüreceğini ve Suriye’de “kullanışlı” bir unsura dönüştüreceğini söyleyebiliriz.
Ardı ardına gelen “çılgın projelerle Saray rejimi, peşinden Türkiye’yi de sürükleyerek “bilinebilir bir bilinmezliğe” doğru yol almaktadır. Bunun gerçek nedeni rejimin içine düştüğü “iktidar çılgınlığı”dır. Bu çılgınlık durdurulmalıdır!