BİZ BİRLİKTE ÇOK GÜÇLÜYÜZ

BİZ BİRLİKTE ÇOK GÜÇLÜYÜZ

Dünya ve Türkiye gündeminin yoğunluğu içerisinde, bir 8 Mart yaklaşıyor; ve biz kadınlar seslerimizi daha da gür, daha da öfkeli, daha da inatla çıkarıyoruz.

Suriye’de yıllardır yaşanan iç savaş sırasında kadınların, sadece kadın oldukları için hedef alınmalarını ve yaşadıkları zorlukları biliyoruz. Savaşın taraflarının birbiri üzerinde kalıcı tahribatlar oluşturma aracı olarak gördüğü kadın bedeni ve “savaş tecavüzü” , kadınların yaşadığı tek sorun değil. Sivillerin savaş sırasında hayatlarını sürdürebilmeleri için gerekli gıda, sağlık gibi sosyal hizmetleri yeterli düzeyde alamamaları en çok kadın ve çocukları etkiliyor. Erkeklerin yaşadığı işsizlik ve yoğun şiddet ortamı, aile içi şiddeti de arttırıyor. Ailedeki erkek bireylerin savaşa katılması ise, kadınların hayatını daha da zorlaştırıyor. Kısaca savaş en çok kadınları ve çocukları vuruyor.

Derin ekonomik kriz ile birlikte artan işsizlik ve milyonlarca ailenin yaşadığı geçim sıkıntısı nedeniyle aile içi şiddet ve boşanmalar artıyor. Borçların ödenememesi, hayat pahalılığı, yaşam standartlarının alt üst olması gibi ekonomik etkiler ve belirsizlik, kişilerin ruh sağlığında bozulmalara, depresyon ve umutsuzluğa yol açıyor ve intihar eğilimini güçlendiriyor. İktidar tarafından ekonomik krizin yok sayıldığı gibi, bu intiharların sebebi de psikolojik sorunlar olarak gösterilmeye çalışılıyor. Parçalanan ailelerin ekonomik, sosyal ve psikolojik yükü de kadınların omzuna yükleniyor.

Liseli ve üniversiteli genç kadınlar, özgürlüklerine sahip çıkmak ve çalışma hayatının içinde olmak istiyorlar. İşsizlik oranlarına bakıldığı zaman ise, en yüksek oranın genç kadın işsizliği olduğunu görüyoruz (2019’da %42). Üniversiteden mezun olup iş bulamayan genç kadın intihar ederken, devletin sunduğu çözüm ise “çeyiz hesabı” oluyor. Kendi haklarına sahip çıkabilmenin ilk adımı olan ekonomik özgürlük, işsizlikle ve ucuz iş gücü olmakla mücadele eden kadınlar için birincil mücadele konusudur.

Çalışma hayatındaki kadınlar, bedenleri ve cinsiyetleri ile değil, zihinleri ve yaptıkları işlerle kendilerine yer edinmeye çalışırken hala türlü eşitsizlik ve adaletsizlik ile mücadele ediyor. Hakkını alma mücadelesi veren kadın, konuşması ve tavırları ile sertleşmeye, cinselliklerini gizlemeye, tabiri caizse erkekleşmeye mecbur bırakılıyor. Sokakta, iş yerinde ve istediğimiz her mecrada kadın olarak, istediğimiz şekilde dişiliğimiz, zerafetimiz ve duygusallığımızla da var olabilmenin kavgasını veriyoruz.

Dünyada Corona virüsünden ölümlerin sayısı 3000’i geçti. Sadece ülkemizde son 10 yılda öldürülen kadınların sayısının toplamı kadar! Tüm dünyadaki rakamlara baktığımızda ise, kadına yönelik şiddetin, kadın cinayetlerinin nasıl ölümcül bir salgın olduğunu, acil önlem almamız gerektiğini görebiliyoruz. Uygulanan şiddet gittikçe vahşileşirken, kadınlar hala “hayatta kalabilmek”, “boşanabilmek”, “çalışabilmek”, “istediği yerde istediği saatte olabilmek” için mücadele ediyor. Temel hak ve özgürlüklerimiz, mücadele ederek kazandığımız tüm haklarımız için sürekli direnmeye devam etmek zorundayız. Kadınların hayat tarzına ve seçimlerine yönelik saldırıları yok edene kadar direnmeye devam edeceğiz.

Modern çağda kadınların değiştirmek için mücadele ettiği konulara medyadaki “cinsiyetçi dil” eklendi. “Ruslardan dost başka türlü olur” deme cüretini gösteren; “Sekse ara verdiyse bir kitap tavsiye edeceğim” diyebilen medyatik kişiler, baskın ve yaygın eril dilin, ırkçı ve cinsiyetçi söylemlerin örnekleridir. Her ikisinde de kişi kendinde “diğerleri” üzerinde kontrol yetkisi ve zapturapt gücü olduğunu düşünür. Değişimin dil ile başladığını biliyoruz ve bu cinsiyetçi dili sileceğiz.

Şimdi güçlerimizi birleştirme ve tüm kadınlarımız için mücadele etme zamanı. Biz birlikte çok güçlüyüz.

E. Bulut

Yazar Hakkında