Bugün yaşanan halk direnişinin önemi, üç ana noktada kendini ifade ediyor.
Birincisi: Kitlelerin, Kudüs’ü asıl sakinlerinden gasp etme ve Batı Şeria’yı ilhak etme bağlamında işgale meşruiyet kazandırmayı amaçlayan “yüzyılın anlaşması” adındaki emperyalist projeyle yüzleşebileceğini ve dahası onu yenebileceğini kanıtladı.
İkincisi: Direniş, Filistinlilerin 1948’de Hayfa, Yafa, Nasır, Lod, Batı Şeria ve kuşatılmış Gazze Şeridi gibi işgal altındaki topraklar da dahil olmak üzere, var oldukları her yerde direnişe katıldıkça, Filistin halkının ve Filistin davasının birliğine yeniden ışık tuttu.
Üçüncüsü: Kudüs için Filistin ayaklanması, Arap kitlelerini ve bölge halkını, İsrail’in şahsında somutlaşan Ortadoğu’daki Siyonist-emperyalist projeye karşı birleştirdi. Kitleler, Lübnan, Ürdün, Türkiye ve hatta Yemen (gerici Arap rejim güçleri tarafından kendisine karşı yürütülen acımasız savaşı hala yaşayan ülke) gibi birçok ülkenin başkentlerinde Filistinli kız ve erkek kardeşlerini desteklemek için sokaklara döküldü,.
Siyonizm, 1948’den beri devam eden Nakba ile Filistin’de hâlâ cani vahşetini uyguluyor. Kudüs’te bugün olanlar, en başından sınır dışı etmeye dayanan bu işgal doktrininin açık bir ifadesidir. Yerli halkın evlerinden çıkarılması ve topraklarının gasp edilmesi, daha fazla kaçak yerleşimci getirmek, küresel emperyalizmin askeri bir kolu olarak bölgede genişlemek için uygulanmaktadır.
Siyonist işgal, Knesset tarafından Kudüs’ü Yahudileştirmek amacıyla 1967’de şehrin işgalinden sonra 1970’te hazırlanan ve 1973’te değiştirilen, Adli ve İdari Sistemler Kanunu’nun da aralarında olduğu bir dizi kanunla, Siyonist işgali meşrulaştırmaya çalışıyor, Bu yasa, diğer şeylerin yanı sıra, yalnızca Kudüs halkı için geçerli olan 1950 tarihli “Mevcut olmayanların Mülkiyet Yasası” na dayanarak Filistin mülkiyetinin yağmalanmasını düzenlemeyi ve devletin denetimini dayatmayı amaçlamaktadır. Bu yasalar aynı zamanda Doğu Kudüs’te yaşayan ve 1948 savaşı sırasında terk eden Yahudilerin mülklerini iade etmek için mekanizmalar kurdu.
Ancak istatistikler, Nakba’dan önce şehrin doğu yakasında yaşayan Yahudilerin sayısının, altmış bin Filistinliye kıyasla, iki bin olduğunu tahmin ediyor. Şu anda Batı Kudüs olarak sınıflandırılan bölgede Talbiya, Katamun, Baka’a gibi şehrin batı mahallelerinde yaşayan ve 1948 yılında yerlerinden edilen Filistinlilerin geri dönüşleri engellendi. Tüm mallarına el konulup, “yerinde mevcut olmayanların” malları, yasanın gözetimine devredildi.
İşgal mahkemelerinin Doğu Kudüs’teki mülkiyet meselelerini yargılamak için kabul ettiği İsrail yasasına göre, mülkün iadesi yasası yalnızca Doğu Kudüs için, başka bir deyişle, yalnızca Yahudiler için geçerlidir. Davanın İsrail vatandaşlığına sahip olsa bile, Batı Kudüs’te mülkü olan bir Filistinli ile ilgili olması ve mülküne el konulması durumunda, yasa onun için geçerli değildir. “1950 Mevcut olmayanlar Mülkiyet Yasası” uyarınca ele alınmıştır. Bu, işgal altındaki topraklarda 1948’den beri ülkeyi terk etmeyen ve İsrail vatandaşlığına sahip olsa dahi, mülklerini geri almaktan mahrum bırakılan on binlerce sürgün insanın durumu.
Dahası, Şeyh Jarrah mahallesindeki evler, Ürdün hükümeti tarafından savaş sırasında evlerini terk etmek zorunda kalan Filistinli mültecilerin barınması için inşa edildi. Ürdün hükümeti geçtiğimiz günlerde bunu kanıtlayan tüm belgeleri Filistin Yönetimine sunduklarını açıklarken, Siyonist işgal hala bu evlerin aslında Yahudilere ait olduğunu iddia ediyor, tabii ki başka bir utanmaz yalan.
Ancak, dünya işçi sınıfı dayanışmasının desteklediği Filistinli kitlelerin mücadelesi, Siyonist projeyle yüzleşmenin ve onu alt etmenin tek yoludur. Bu proje, emperyalizmin yayılmacı bir kolu olarak bölgede genişleme amacıyla daha fazla toprak ele geçirmeye, sakinlerini sürmeye ve daha fazla yerleşimci getirmeye dayanıyor.
İşgal altındaki topraklarda 1948’dekiler de dahil tüm Filistinli kitleleri birleştiren ve bölge işçi sınıfının kayıtsız şartsız desteğini alan bu mücadele, sözde “iki devletli” çözümün başarısızlığını bir kez daha kanıtlıyor. Tek çıkış yolunun, Filistin’i nehirden denize kadar özgürleştirme amacıyla süren ırkçılık karşıtı, anti-kapitalist ve anti-emperyalist devrim olduğunu kanıtlıyor.
Dahası, tarihsel Filistin direniş fraksiyonlarının mücadeleye silahlı olarak dahil olması, işgal altındaki topraklardaki Filistinli kitleleri, 1948’den beri işgal altındaki topraklardaki hemen hemen her Filistin kentinde Siyonist polis ve silahlı güçlerle karşı karşıya gelmeye teşvik etti. Örneğin, Al Lod, yarı yarıya özgürleşme gecesine tanık oldu. Tüm Siyonist güçler ve yerleşimciler sokaklardan sürüldü. Direniş gittikçe güçlendi ve tüm bu işaretler nehirden denize tutuşabilecek üçüncü bir Filistin İntifadası ateşine işaret ediyor!
Tamer Khorma