İŞÇİ SINIFI VE DEMOKRASİ – 3

İŞÇİ SINIFI VE DEMOKRASİ – 3

Devrim-karşıdevrim diyalektiği: Ya işçiler ya burjuvazi. Ağır yenilgilere neden olan stratejik bir sorun olarak aşamacılık. “Saf” bir demokrasi- cumhuriyet- demokratik cumhuriyet perspektifi. Demokratik- sınıf uzlaşmacı- aşamacıanlayışın tekrar tekrar karşımıza çıkması. Lenin’in devrimci tezleri. Lenin, Rusya’da Demokratik Devrim, Nisan Tezleri ve “Yaklaşan Felâket”. Rus devriminin çözdüğü bir sorunun yeniden ortaya çıkışı. Aşamacılığın sınıf temeli. Sorunun tarihsel geçmişini neden hatırlatıyoruz?

Yazının ilk bölümünde, ABD’de The Washington Post gazetesinde yayımlanan bir araştırmanın sonuçlarına göre, sanayi işçilerinin egemen olduğu protesto hareketlerinin demokrasiyi sağlamadaki etkisinin diğer bütün protesto kampanyalarına kıyasla daha fazla olduğu bilgisinden yola çıkarak, işçi sınıfının toplumsal rolü, burjuva demokrasisinin niteliği, kapitalizmle demokrasi arasındaki ilişki, sermayenin demokrasiye tahammül sınırları, liberallerin demokrasiye bakışları ve burjuva demokrasisinin bizzat burjuvazi tarafından tasfiye edilmesi vb. konular üzerinde durulmuştu.

İkinci bölümde ise, “sakin zamanlarda demokrasi”, “zaman sorunu olarak sınıf mücadelesi”, devrimci süreçlerde ülkenin ekonomik gelişme düzeyinden kaynaklı “zorunlu” bir demokratik aşamanın olup olmadığı, işçi sınıfının hangi nedenlerle ve taleplerle sokağa inip demokrasi mücadelesinde yer alabileceği, proletaryanın baskı rejimlerine, diktatörlüklere karşı başlattığı ve önder bir güç olarak yer aldığı demokrasi mücadelelerinin, harekete geçirdiği sınıfsal dinamikler nedeniyle “burjuva demokratik” sınırları aşma kapasitesi, bu mücadelelerin içerdiği devrimci potansiyeller ve bu süreçte işçi sınıfı ile burjuvaziyi karşı karşıya getiren tarihsel karar anlarından kısaca da olsa söz edilmişti. Bütün bunlar elbette mücadelenin çeşitli nedenlerle geri çekilmediği, sönümlenmediği durumlarla ilgili ihtimallerdi. İkinci bölüm, şu cümlelerle sona eriyordu: “Bu kritik karar anında bir devrim-karşıdevrim diyalektiği hükmünü icra etmeye başlar. Bir ikili iktidar durumunda, (süreç bir biçimde sönümlenmediği veya proletarya, uzlaşmacı önderlikleri aracılığıyla bir “demokratik dolandırıcılığa” kurban edilmediği takdirde) iktidar kesin bir biçimde ya burjuvazinin ya da işçi sınıfının eline geçecektir. Başka bir ifade ile ya burjuvazi, mücadele ile elde edilmiş demokratik hak ve özgürlükleri, emeğin kazanımlarını eskisine benzer veya başka türden bir diktatörlük eliyle ortadan kaldırılacak ve iktidara bütün olarak el koyacak; ya da işçi sınıfı, toplumun önder gücü olarak diğer emekçi kesimlerin desteğiyle iktidarı ele geçirecek ve özyönetim organları temelinde kurulacak bir işçi-emekçi hükümeti eliyle sosyalist önlemlere başvurarak demokratik kazanımları garanti altına alacaktır.”

Bu alıntının gereksiz bir tekrar olduğu söylenebilir. Evet, modern çağlarda yaşanan devrimci süreçlerde her defasında olumlu veya olumsuz biçimlerde doğruluğu kanıtlanmış sonuçları tekrarlamanın “tuhaflığı” ortada! Ancak, dünya solunda olduğu gibi Türkiye solunda da yaygın olan, devrimci süreçlerde, azgelişmişlik, bağımlılık, demokrasi yokluğu, tarım sorunu gibi olgularla tanımlanan ekonomik, sosyal ve siyasal nedenlerle yaşanması zorunlu bir “demokratik aşama” (aşamacılık) fikri ve bunun çeşitli zamanlarda ağır yenilgilere neden olan stratejik bir sorun olarak zuhur etmesi bizi birtakım tekrarlar pahasına bu konuya değinmeye yöneltti. Özellikle de Türkiye’de, geçen yüzyılın 60’lı ve 70’li yıllarından farklı olarak, bu kez bir “devrim” ve uzak gelecekte de olsa “sosyalizm” fikrinden, hatta pek çok durumda genel bir sınıf mücadelesi anlayışından iyice uzaklara düşmüş “saf” bir demokrasi- cumhuriyet- demokratik cumhuriyet perspektifi ile karşı karşıya olmamız konunun önemini iyice artırıyor. Konunun tarihsel geçmişine, bu konudaki teorik-politik tartışmalara ilişkin söylenecek pek çok şey var elbette. Ancak burada kısaca da olsa belirtilmesi gereken nokta, bırakın baskı rejimleri altında yaşanan durgunluk dönemlerini, giderek yükselen ve kitleselleşen demokrasi mücadelelerinde, hatta daha da öteye, gündelik sınıf mücadelelerinin, hızla yayılan kitle seferberlikleri ve öz örgütlenmeler yoluyla devrimci bir nitelik kazandığı koşullarda dâhi bu demokratik- sınıf uzlaşmacı- aşamacı anlayışın tekrar tekrar karşımıza çıkmış ve maalesef çıkacak olması.

Tarihsel Bir Örnek: Lenin, Rusya’da Demokratik Devrim ve “Yaklaşan Felâket”

Öncelikle şunu belirtelim: Biz devrimci Marksistler, sınıf uzlaşmacılığının ve bu tür “demokratlığın” özellikle liderlikler düzeyinde teorik ve politik bir hatadan, bazı bilgi, belge ve kavrayış eksikliklerinden kaynaklandığını düşünmüyoruz. Bizce asıl sorun, kendine bazı örneklerde “proleter devrimci” ve “Marksist-Leninist” sıfatlarını da yakıştıran “küçük burjuva-demokrat” bir sınıfsal-politik bakış açısından kaynaklanıyor. Tartışmanın evrensel düzeyde en somut ve açık haliyle hem gündeme geldiği hem de kesin bir sonuca bağlandığı tarihsel sürecin Rus Devrimleri (1905, Şubat 1917 ve Ekim 1917) olduğu düşünüldüğünde, farklı koşullar altında da olsa tarafların hemen hemen aynı temel tezler, anlayışlar ve sınıf tavırları üzerinden günümüzde de ideolojik ve politik varlıklarını sürdürdükleri görülür. O dönemde, Şubat (Mart) devriminin hemen ardından Rusya’ya dönen Lenin’in, ayağının tozuyla ilan ettiği Nisan Tezleri’ne karşı direnen ve burjuva demokratik devrimin henüz tamamlanmadığı gerekçesiyle Lenin’in yeni düşüncelerini (yine Lenin’in eski düşüncelerine dayanarak!) “Kabul edilemez”[1] bulan ve uzlaşmacı eğilimlerini açıkça ortaya koyan, önder düzeyindeki “eski tüfek Bolşeviklere” (Kamenev, Stalin vb) karşı verdiği mücadele hatırlanmalıdır. Lenin, zaman zaman sertleşen bu iç mücadelede, geçmişin teorik sınırlarını ve belirsizlik içeren iktidar formülasyonlarını aşan yaklaşımını kendi deyişiyle “partinin tarihinde birçok kez içler acısı bir rol oynamış” bu “Leninistlere” anlatabilmek için bir ölçüde eski “demokratik devrimci” dili kullanmış olsa da devrimin ortaya çıkardığı somut gerçeklikle uyumlu yeni ve çok önemli fikirler öne sürmüştü! Dönemin, her toplumda yaşanması zorunlu toplumsal aşamalar anlayışına dayalı, İkinci Enternasyonal’e hâkim “vülger Marksizmini” felsefi ve politik olarak aşan Lenin’in görüşleri şu esaslara dayanıyordu:  Yağmacı, emperyalist savaşa ve her türlü ilhaka karşı çıkılması, bu bağlamda “devrimci savunmacılığa” en ufak bir taviz verilmemesi; Burjuvaziyle her türlü işbirliğine karşı çıkılması ve Geçici Hükümet’e güven duyulmaması; parlamenter cumhuriyete karşı çıkılması ve bütün devlet iktidarının yegâne devrimci hükümet biçimi olarak İşçi Temsilcileri Sovyeti’ne devredilmesinin zorunluluğu; Bütün büyük topraklara el konulması, ülkedeki bütün toprakların devletleştirilmesi, Tarım Emekçileri ve Köylü Temsilcileri Sovyetlerinin tasarrufuna bırakılması; ülkedeki bütün bankaların İşçi Temsilcileri Sovyeti denetimi altında tek bir bankaya dönüştürülmesi; Acil görevin sosyalizmi “getirmek” değil, yalnızca hem toplumsal üretimin, hem de ürünlerin dağılımının derhal İşçi Temsilcileri Sovyeti’nin denetimine verilmesi olduğu…

Lenin iktidarın burjuvaziye geçmesinin nedeninin ve bir proletarya iktidarı karşısındaki asıl engelin işçi sınıfının siyasal bilinç ve örgütlülük düzeyindeki gerilik olduğunu belirtmekteydi (Yani herhangi bir ekonomik veya demokratik aşamanın zorunluluğu değil). Bu nedenle asıl görevin kitlelerin kafasını netleştirerek “proletarya ile köylülüğü ileriye, ‘ikili iktidardan’ çıkıp İşçi Temsilcileri Sovyetleri’nin tam iktidarına götürmek” olduğunu; bu iktidarın “Marx’ın bahsettiği anlamda, 1871 deneyimi anlamında komün” olduğunu söylüyordu. Lenin’e göre o an için mesele ne kadar hızlı ilerleneceği ve işçilerin hazır olup olmadıkları değil, nereye ilerleneceği, işçilerin nasıl ve ne için hazırlanmaları gerektiği idi. Bütün bunlar devrimin kaderi açısından çok önemliydi. Çünkü Sovyet’in yönetimindeki sınıf uzlaşmacısı küçük burjuva demokratlar, yani Lenin’in deyişiyle “devrimin boğazlayıcıları” devrimi geriye, İşçi Temsilcileri Sovyeti’nden burjuvazinin mutlak egemenliğine, geleneksel burjuva parlamenter cumhuriyete doğru sürüklemekteydiler.

Kısacası, Lenin’in tezleri, burjuva demokratik devrimin tamamlanmasının, henüz “sosyalizm” anlamına gelmeyen bir takım ön tedbirler yoluyla sosyalizme geçiş sürecini başlatacak, yoksul köylülükle ittifak halindeki bir proletarya iktidarına bağlı olduğu görüşüne dayanıyordu.

Troçki’nin daha 1906’da formüle ettiği “Sürekli Devrim” tezi Rus devrimleri sürecinde bir ilkti. Troçki şöyle diyordu: “İlk görevleri bakımından bir burjuva devrimi olarak başlayan devrim, kısa bir süre içinde güçlü sınıf çatışmalarına yol açacak ve ancak, iktidarı ezilen kitlelerin başında durabilecek tek sınıfa, yani proletaryaya devretmekle en son zafere ulaşabilecektir. Proletarya ise, bir kez iktidara geçtikten sonra, sadece kendini bir burjuva demokratik programla sınırlamak istememekle kalmayacak, bunu yapmak elinden de gelmeyecektir. O zaman devrimin ulusal sınırlılıklarıyla birlikte burjuva demokratik programı da aşılacak ve Rus işçi sınıfının geçici politik egemenliği uzun süreli bir sosyalist diktatörlüğe dönüşecektir.” Bu sözler büyük ölçüde 1905 Devrimi’nin sağladığı deneyimin bir ifadesiydi.

1917 Şubat devrimi ise yol açtığı koşullarla çok kısa bir süre içinde Ekim devriminin iki büyük önderini ortak bir noktaya getiriyordu. Rusya’da Plekhanov ve Almanya’da (belirli nüanslarla) Kautsky gibi “büyüklerin” başlıca temsilcisi olduğu “aşamacı” görüşlerin kesin hâkimiyeti ve sovyetlerdeki Sosyalist Devrimci ve Menşevik çoğunluk düşünüldüğünde Lenin’in “akıl ve mantık dışı” çıkışı (onun devrimci örgüt anlayışıyla birlikte düşünüldüğünde) devrimin seyri açısından olağanüstü bir önem taşımaktaydı. Lenin, bu çok kritik geçiş döneminde, toplumsal olarak bir azınlığı oluşturan Rusya proletaryasının, siyasal bilinç ve örgütlenme konusundaki bütün eksikliklerine rağmen, çarlığın yıkılmasına yol açan Şubat Devrimi’ndeki enerji ve performansından yola çıkarak, bu sınıfın Rusya toplumu içindeki sayısal gücünün çok üzerinde bir potansiyele ve özgül ağırlığa sahip olduğunu kavramıştı. Bilindiği üzere dönemin yaygın inancı, geri bir kapitalist gelişme düzeyinde, işçi sınıfının toplumsal gücünün, sayısının ve bilincinin, bir “işçi sınıfı iktidarı” için yetersiz olduğu, bu nedenle kapitalizmin de gelişme göstereceği bir burjuva demokratik aşamanın zorunluluğu doğrultusundaydı. Yani Lenin, Şubat Devrimi’nin yol açtığı (kendi deyişiyle) “kimsenin aklına gelemeyecek kadar özgün, kendine özgü ve çok renkli” koşullarda yaptığı bu müdahaleyle “İki Taktik” (1905) döneminin “yalnızca sınıflar arasındaki ilişkiyi öngören, ancak bu ilişkiyi hayata geçiren somut bir siyasal kurumu öngörmeyen”, “devrimci demokrasi” (işçi köylü demokratik diktatörlüğü) ile sınırlı “cebirsel” formülünü aşıyordu. Bolşevizmin önderi bunun da ötesine giderek, yine İki Taktik’te demokratik görevlerle sosyalist görevleri birbirine karıştırmakla eleştirdiği 1871 Paris Komünü örneğini bir devlet, demokrasi ve sosyalizme geçiş modeli olarak ele alıyordu. Çünkü Lenin, Rusya’da burjuvaziyle iş birliği halindeki küçük burjuva demokrasisinin sözde devrimci temsilcilerinin (Sosyalist Devrimciler ve Menşevikler) hükümette ve sovyetlerin yönetiminde uyguladıkları sınıf işbirlikçisi-uzlaşmacı politikaların yol açtığı ölümcül tehlikelerin, yani yaklaşan felaketin farkına varmış ve asıl sorunun devlet (yani devletin sınıfsal karakteri ve burjuva devletinin parçalanması gerekliliği) sorunu olduğunu görmüştü. Lenin, Eylül 1917 tarihli Yaklaşan Felâket başlıklı yazılarında “devrimci demokrat” olma iddiasındaki yeni rejim temsilcilerine mealen, “Eğer gerçek devrimci demokratlarsanız sosyalizme doğru ilerlersiniz, onun için de yapmanız gerekenler şunlardır…” diyerek, burjuvazinin her türlü entrika, baltalama ve sabotajı eşliğinde şekillenen somut koşullarda, ancak bir proletarya iktidarı (diktatörlüğü) altında gerçekleştirilebilecek devrimci önlemleri önermekteydi. Tabii, Lenin’in bu “demokrasi” konusundaki eleştirileri ve sosyalizme geçişi hedefleyen önerileri, söz konusu “devrimci demokrasiyi” “belirli bir iktisadi ve toplumsal gelişmişlik düzeyine bire bir denk düşen, burjuva demokratik görevlerle” sınırlı, istikrarlı, başlı başına ve eksiksiz “demokratik devrimci” bir aşama (Mesela bir “işçi-köylü demokratik diktatörlüğü”) olarak görmediğini açıkça ortaya koymaktaydı (Daha sonra böyle bir iddia da ortaya atıldı!). Usta, söz konusu demokrasinin ve daha da ötesi kendi eski yaklaşımı olan “demokratik diktatörlüğün” somut koşullarda, yani gerçek hayatta nasıl bir şey olabileceğini, ne ölçüde gerçekleşebileceğini görmüştü. Şubat devrimi, çarlığı devirmiş olsa da Rusya emekçilerinin temel talepleri olan savaşın durdurulması ve toprakların topraksız köylülere dağıtılması, Çarlık Rusyası’nın boyunduruğu altındaki halkların ve ülkelerin bağımsızlıklarının tanınması gibi demokratik ve ulusal hedefleri gerçekleştirememişti. “Devrimci Demokratik” Kerensky rejimi emperyalist savaşı sürdürmeye ve köylülerin toprağa el koyma eylemlerini durdurmaya çalışmaktaydı. Yani sermayenin ve emperyalist müttefiklerinin gölgesindeki “burjuva demokratik devrim” kendini gerçek anlamda tamamlamaktan bile acizdi. Küçük burjuva demokrasisi, “ikili iktidarı” teke indirip bütünüyle büyük burjuvaziye devretmeye çalışıyordu. Çünkü onların “aşamalı” anlayışlarına göre devrimi işçi sınıfı yapmış olsa da iktidar bu “aşamada” burjuvaziye verilmeliydi. Üstelik çarlığın bir askeri darbe (örneğin General Kornilov’un girişimi) yoluyla geri dönme ihtimali de giderek güçleniyordu. Bu demokratik görevler ancak köylülük tarafından desteklenen bir proletarya iktidarı altında (işçi-köylü hükümeti) gerçekleştirilebilecekti. Bolşeviklerin 1917 Ekim’inde Kerensky hükümetini devirmelerinin ardından neden bu defa “hakiki bir devrimci demokrasiye” veya bir “demokratik diktatörlüğe” değil de bir proletarya diktatörlüğü altında sosyalizme yöneldikleri böylece daha iyi anlaşılmaktadır.

“Aşamacılığın” Geri Dönüşü ve Sınıfsal Temeli

Bir devrimin bütün temel sorunlarının gündeme geldiği ve karara bağlandığı evrensel bir örnek olarak Rus Devrimi’nin “demokrasi ve işçi sınıfı” ilişkisi de dahil pek çok konuya netlik kazandırmış olması gerektiği söylenebilir. Ancak böyle olmadığını biliyoruz. SSCB’de Stalinizm’in iktidarı ele geçirmesinin ardından yaşanan bütün devrimci süreçlerde (hatta bazen hiç de devrimci olmayan durumlarda) “demokrasi ve aşamalar” konusundaki aynı sorunlar ve tartışmalar yeniden ve yeniden gündeme gelmiş ve çok ciddi ayrışmalara yol açmıştır. Ancak artık siyasi önderlik ve inisiyatifin Lenin gibi bir liderin ve devrimci Bolşevizmin elinde olmadığı koşullarda Stalinist bürokrasi yarattığı totaliter polis devletinin gücünü de kullanarak, tarihi ve teoriyi kendi çıkarları doğrultusunda tahrif etmiştir. Stalin ve emrindeki bürokrasi, kendi milliyetçi-karşıdevrimci çıkarları doğrultusunda, burjuva demokratik görevlerin tamamlanmadığı geri kapitalist ülkeler bağlamında Lenin’in reddettiği “zorunlu bir demokratik aşama” adına burjuvaziyle sınıf iş birliğine dayalı, sosyalizmi öteleyen, aşamacı strateji, taktik ve politikaları dünya işçi sınıfına yeniden dayatmıştır. Bu politikanın temel nedeni, Stalinci bürokrasinin “tek ülkede tamamlanmış bir sosyalizm” çizgisi doğrultusunda, dünya devriminin ve enternasyonalizmin reddine ve emperyalist burjuvazi ile uzlaşmaya dayalı uluslararası stratejisidir. Aşamacılık, bu haliyle, emperyalizme bağımlı geri kapitalist ülkelerde bir işçi sınıfı iktidarının ve sosyalist devrimin ancak bağımsız bir kapitalist gelişmenin ardından mümkün olabileceği mantığına dayalı bir tür “Menşevizme” dönüştü.  Sonuç, dünya devrimi için ağır bir yenilgi oldu. Sorunun tarihsel bir “ısrarla” neredeyse her defasında aynı noktalarda odaklanması (demokrasi, yurtseverlik, aşamalar, ittifaklar, iktidar formülasyonları) tesadüf değildir. Temel görüşlerin bu tarihsel dayanıklılığı sorunun sınıfsal zeminini açık biçimde ortaya koyar.

Bu açıdan bakıldığında Stalinizm’in, “dönemine” göre değişen teorik çizgilerinin, Leninizm’i “kullanma” biçiminin, “halk cepheci”, milliyetçi, reformist, sınıf işbirlikçisi politikalarının tarihsel ve toplumsal kaynakları ve nedenleri de anlaşılır. Leninizm’le ilgisi olmayan bu “Leninizmin”, Lenin’in devrimci bir biçimde aştığı “demokratik aşama” fikrine, üstelik tam da o dönemin İkinci Enternasyonalci, Kautsky’ci, Plekhanovcu, Menşevik çizgisine en uygun biçimde sahip çıkan tutumu, Stalinizmin açık iflası ve işçi sınıfına yaşatılan bütün yenilgilere rağmen etkisini bugün de sürdürmektedir. Günümüzde demokrasi sorununu, sınıf-demokrasi ilişkilerini, çeşitli sıfatlarla karşımıza çıkan “demokrasi çeşitlerini” bu tarihsel bağlamda ele almak gerekiyor.

Devrimler sınıf mücadelelerinin en yüksek aşamasıdır ve genelde dahil olan kesimlerin, kişi ve önderliklerin bilinç altı ve üstündeki bütün toplumsal, sınıfsal, ideolojik ve politik eğilimleri ortaya çıkartırlar. İşçi sınıfının önemli roller oynadığı devrim süreçleri,  özellikle önderlikler düzeyinde bu sınıf eğilimlerini en açık biçimiyle görmemizi sağlamıştır. Bu devrimlerde ortaya çıkan ve sürece bazen kısmen, bazen de tamamen hâkim olan ve “başarıları” ölçüsünde devrimlerin kaderini belirleyen küçük burjuva sınıf işbirlikçisi-uzlaşmacı strateji ve politikaların en önemli niteliği, bir işçi sınıfı iktidarını engellemeye çalışmalarıdır. Sosyalizmin, yani bir işçi demokrasisinin önüne, onu olabildiğince öteleyecek aşamalar koymalarının nedeni tamamen sınıfsaldır.

Abartıyor muyuz?

En temel demokratik hak ve özgürlüklerin ciddi biçimde gerilediği, işçi sınıfı hareketinin bazı umut verici gelişmelere rağmen bilinç ve örgütlülük açısından henüz geri bir düzeyde olduğu Türkiye ve benzer durumdaki ülkeler açısından konuyu Rus Devrimi, Lenin’in mücadelesi ve devrimci durumlar bağlamında ele almak, bir “lüks” veya “abartı” olarak görülebilir. Ancak konumuzun yazının başında işaret edilen yüz küsur yıl boyunca “işçi sınıfının başı çektiği demokrasi mücadeleleri” olduğu unutulmasın. Ülkemizde, demokrasinin ve devrimlerin karakteri, nitelik ve görevleri ve de “aşamaları” üzerine yürütülen sonu gelmez tartışmalar ve sınıf mücadelelerinin, belirli tarihsel koşullarda “sürprizlere” son derece açık yapıları bizi sorunun tarihsel geçmişini hatırlamaya ve hatırlatmaya itti.

Tabii bütün bunlar sınıfsal açıdan alternatif bir demokrasi önerisi getirmeyi de zorunlu kılıyor. Bir sonraki bölümün konusu bu nedenle “İŞÇİ DEMOKRASİSİ” olacak.

Devam Edecek…

Hakkı Yükselen

[1] “Lenin yoldaşın genel şemasına gelecek olursak, burjuva demokratik devrimin tamamlandığı varsayımından hareket edip bu devrimin derhal sosyalist devrime dönüşümünü savunduğu oranda bize kabul edilemez gözükmektedir.” -Kamenev


Önceki yazılar

İŞÇİ SINIFI VE DEMOKRASİ – 1  

İŞÇİ SINIFI VE DEMOKRASİ – 2

Yazar Hakkında