MURAT YAKIN
14-28 Mayıs seçiminin sonuçları ciddi artçı sarsıntılara yol açtı. Burjuva muhalefetin restorasyon hülyaları ağır şekilde dağılırken, Erdoğan’ın saray rejimi, ekonomik sarsıntı olasılıklarını aşmayı öncelikli hedef olarak belirledi ve buna yönelik bir yeni kabine şekillendirdi. Mehmet Şimşek Türk kapitalizminin dümenine yeniden geçerken, “Dahi Türk Kızı” olarak adlandırılan uluslararası sermaye piyasalarında namlı Hafize Gaye Erkan’a Merkez Bankası yönetimi teslim edildi.
Belki okuyucularımıza tuhaf gelecek ama hatırlatmakta yarar var, seçimlerden hemen önce hem Erdoğan hem de Muhalefet Şimşek’i Ekonomi yönetiminin başında görmek İstiyordu.
Bu Mehmet Şimşek’in ilk bakanlığı değil. Daha önce çeşitli AKP hükümetlerinde; 29 Ağustos 2007- 1 Mayıs 2009 arası Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanlığı, 1 Mayıs 2009- 24 Kasım 2015 arası Türkiye Hazine ve Maliye Bakanı ve nihayet 24 Kasım 2015- 9 Temmuz 2018 arası Türkiye Cumhuriyeti Başbakan Yardımcılığı görevlerini yaptı. Öyleyse şu soruyu sormanın tam zamanı; Saray ile uzun zamandır mesafeli bir görüntü vermekte olan Mehmet Şimşek’e neden tekrar “kurtarıcı” kostümü giydirildi?
Seçimlere her tarafından dökülen bir ekonomi ve bir dizi belirsizlikle ile giden Saray Rejimi, yeni dönemde Mehmet Şimşek ile yabancı sermayeye güven verip, kaynak sağlayarak nefes almak için sondaj yapmayı hedefliyor. Mehmet Şimşek ve ekibi tam olarak bu finansal çevrelerle temas geliştirmenin olasılıklarını temsil ediyorlar.
Mehmet Şimşek’ten istenen, ne yapıp edip tefeci parasını -Kapitalist Finans çevreleri buna sıcak para demeyi seviyorlar- Türkiye’ye yeniden çekmek. Bu sayede 9 ay sonra yapılacak yerel yönetim seçimlerine kadar kur üzerinde oluşacak baskıyı bir nebze hafifletmek hedefleniyor. Çünkü Mehmet Şimşek’in gerçek kerameti tam da burada. Dünyada tefeci parasını yönetme konusunda beceri sahibi az sayıda kişiden biriyle karşı karşıyayız.
Şimşek, uluslararası sermaye açısından bilinmezliklerle yüklü olan tek adam rejimine uluslararası desteği yeniden sağlamak üzere, büyük sermayenin çıkarlarının temsilinde en uygun kişi. Alacaklıların senetlerini güvenceye almak onunla mümkün. Şimşek’in üstlendiği rol, aslında bir zamanlar Kemal Derviş’in üstlendiği gibi IMF’siz bir IMF programını parlatarak devreye sokmak.
Şüphe yok, saray rejiminin yeni kabinesi bir saldırı programına hazırlanıyor. Kabinenin ilk icraatı olan ve ülkeyi daha da yoksullaştıran zam yağmuru bu durumun en açık kanıtı. Ekonomi yönetiminin başında artık “Asgari ücretin artırılması zulümdür” diyen biri oturmakta. Şimşek’in temel hedefi önümüzdeki dönemde işgücü piyasasının alabildiğine esnekleştirilmesi, güvenceden arındırılması ve kıdem tazminatının varlık fonuna devrine odaklanmak. Bakan Şimşek’e göre istihdam artışının önündeki en büyük engellerden biri “kıdem tazminatı yükü”.
Şurası çok açık ki, toplumu tüm sektörleri içine alacak ikinci bir enflasyon şoku dalgası beklemekte. Mehmet Şimşek’in “İMF’siz İMF reçetesinin” en bariz sonuçları, parasal ve maliye politikalarında daralma, ekonominin düşük büyüme yönünde frenlenmesi ve istihdamda yaşanacak gerileme olacak.
Ülkede ulusal paranın uğradığı değer kaybıyla işletme sermayeleri ve tasarruflar eriyor, orta ve küçük üretici, esnaf ve küçük tüccar korkunç bir borç yükü altında eziliyor. Rejimin, tüm bunlar karşısında emeği baskılamak, daha ucuza ve daha çok, daha örgütsüz ve daha dışlanmış şekilde çalışmaya zorlamaktan başka; işçi sınıfının bastırıldığı, ülkenin yeraltı kaynaklarının doğal yıkımlar pahasına sermayeye sunulduğu, kârların bir dikta yönetimiyle garantiye alındığı bir formülden başka ‘çözümü’ yok.
Sınıf mücadelesinin dinamikleri açısından bu durumun anlamı şu; Emekçiler ve yoksul yığınlar, önümüzdeki dönemde işçi sınıfı ve emekçilerin talepleri karşısında daha direngen ve zalim bir tek adam rejimi bulacaklar. Bu kaçınılmaz olarak işçi sınıfının önümüzdeki dönemde daha büyük bir güç ve dirençle mücadele etmek durumda kalacağı anlamına geliyor.
Bugün karşı karşıya bulunduğumuz temel sorun, Türkiye kapitalizminin içinde bulunduğu çelişkilerin, ‘sınırlandırılmış’ bir burjuva demokrasisiyle bile yönetilemez noktaya sürüklenmiş olmasıdır.