SERMAYE DEVLETİNİN AKBELEN ORMANINDAKİ “KATI, SIVI, GAZ” HALLERİ VE ANTEP’TE EN “DANGIL DUNGUL” BİÇİMİYLE SAĞCILIK!

SERMAYE DEVLETİNİN AKBELEN ORMANINDAKİ “KATI, SIVI, GAZ” HALLERİ VE ANTEP’TE EN “DANGIL DUNGUL” BİÇİMİYLE SAĞCILIK!

HAKKI YÜKSELEN

Muğla-Akbelen Ormanı direnişinden bir sahne: jandarmanın “orantısız” müdahalesinin dehşetiyle direnişçilerden bir köylü kadın “Devlet nerede!?” diye haykırıyor. Oysa devlet “katı, sıvı, gaz”, bütün halleriyle hemen karşısında. Su sıkıyor, gaz püskürtüyor, tekme tokat dalıyor; ormanını-çevresini yok etmeye kararlı kapitalistlere karşı direnen halkı dağıtmaya çalışıyor…

 Gazetemizde sık sık “devletin sınıf karakterinden” söz ederek, “toplumsal ilişkilerin politik bir yansıması” olarak devletin, esas itibariyle egemen sınıfların baskı ve tahakküm aracı olduğunu, bütün “sınıflarüstülük”  iddialarına karşın son tahlilde egemen sınıfların çıkarlarına hizmetle görevli “silahlı adamlar topluluğu” olduğunu anlatıp dururuz. Bütün bunlar bir “devlet düşmanlığının” açık ifadeleri olarak görülebileceği gibi “muhalif ve huzursuz ruhların” devlete ilişkin  “teorik iddiaları” olarak da kabul edilebilir.  Tabii buna karşı bizler de, en azından konunun teorik ve pratik boyutlarıyla ilgili tarihsel-güncel pek çok örnek bularak iddialarımızı ispatlama çabasına girebiliriz. Ancak bizim memleketin (ve elbette benzerlerinin) “en iyi” yanı, teori ile pratik arasındaki kaçınılmaz mesafeyi en basit olaylarda bile kolayca ortadan kaldırması, adeta “bire bir” bir ilişki haline getirmesi!

“Bire bir”den kasıt şu: Ortada bir kapitalist düzen var. Bu en basit tanımıyla sermayenin egemenliği anlamına geliyor. Bir de devlet var, kapitalizm altında emek sömürüsüne dayanan toplumsal ilişkilerin siyasi-kurumsal bir yansıması, temel görevi düzeni sağlamak. “Düzen” burada haliyle sermayenin egemenliğinin sürekliliği, daha moda bir ifadeyle  “istikrarı” demek oluyor. Devletin en bilinen görevi de bu sürekliliği, istikrarı, yani sermayenin egemen olduğu sosyal-ekonomik düzenin devamını sağlamak. Yani, bütün dünyadaki benzerleri gibi her cinsten Türkiye sağının da “devlet ve düzen” merakı (yanına isteğe göre “din, aile, vatan, millet, bayrak, ezan” gibi şeyler de eklenebilir) buradan kaynaklanıyor.

Şimdi, böyle olunca “Türkiye’nin düzeni” ile Akbelen’deki “jandarmanın sopası” arasındaki mesafe de ortadan kalkıyor, “bire bir”  hale geliyor! Direnişçi köylü kardeşimizin “Devlet nerede?” sorusunun cevabı da burada.

O Sırada Antep’te…

Türkiye sağından söz edince aklıma Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin’in geçenlerde Şireci Tekstil’e ait fabrikada, yüzde 34’lük ücret zammını kabul etmeyerek iş bırakan işçilere yaptığı konuşma geldi. Elbette Türkiye sağının bazı önde gelen temsilcilerinin, zurnaya zaman zaman “zırt” dedirtseler de bazı sınıfsal gerilimleri yatıştırmak amacıyla “işçi kardeşlerimize” yaptıkları daha “rafine” konuşmaları da hatırlarız. Ama Fatma Hanım burada sağcılığın en “dangıl dungul” halini ortaya koyarak patronun aslında ne kadar iyi bir insan olduğunu; Antep’e ne büyük hizmetler yaptığını, ama işçilerin onu üzdüğünü; işçiyle işveren “baba oğul” olduğu sürece ortada bir sorun kalmayacağını… anlattı. Ardından da sorunun nedeninin yüksek enflasyon olduğunu, ancak “Sayın Cumhurbaşkanımızın bu işi iki yıl içinde çözeceğini, işçilerin o zamana kadar sabretmeleri gerektiğini söyledi. Ancak ağzından bu enflasyon ve hayat pahalılığında işçilerin reddettiği düşük zam oranıyla ilgili bir laf çıkmadı…

Sağcılığın en “dangıl dungul” hali dememin nedeni bu. Belli ki en büyüklerinden aldığı ilham ve seçimlerde aldığı yüzde 54’lük oyun verdiği güven ve rahatlıkla bunları söylüyor. Tabii, bu aynı zamanda Fatma Hanım’ın oyları kimlerden almış olursa olsun, bir politikacı olarak doğrudan (yani şöyle bir üstünü bile örtme zahmetine katlanmadan), araya hiçbir mesafe koymadan, “bire bir” kapitalistleri temsil ettiğini, onların hizmetinde olduğunu gösteriyor.

Kısacası bütün bunlar, bu devlete neden “burjuva devleti”, bu politikacılara da neden “burjuva politikacıları” dediğimizi açıkça ortaya koyuyor. O kadar iç içeler, öylesine kucak kucağalar ki,  neredeyse yoruma bile gerek kalmıyor…

Yazar Hakkında