Yazan: Wilson Honorio da Silva, PSTU Brezilya Oluşum Sekreteryasından Çeviri: Nihan Drama
Temmuz ayı sonunda, Batı Afrika’nın ikinci büyük ülkesi ve dünyanın en yoksul ülkelerinden biri olan Nijer, 2021 yılında seçilen Mohamed Bazoum’u görevden alan bir askeri darbe ile sarsıldı. Omar Tchiani olarak bilinen General Abdourahmane Tchiani, 2011’den bu yana liderliğini yaptığı başkanlık muhafızlarının desteğiyle iktidarı ele geçirdi. Tchiani, aslında Bazoum’u korumakla görevlendirilmiş olsa da eski cumhurbaşkanı şu anda ev hapsinde tutuluyor.
Tchiani ve darbe müttefikleri, darbenin temel motivasyonları olarak ülkede artan güvensizliği ve hükümetin çözemediği birçok sorunu gösterdi. Ancak durum çok daha karmaşık ve bu da devam eden sürecin gelişimi hakkında hipotezler üretmeyi daha da zorlaştırmaktadır.
Darbenin gerçekleşmesinden bu yana ortaya çıkan gerçekler, Anayasa’nın askıya alındığı, ordunun tüm kurumları kontrol ettiği ve protestoların (darbe lehine ve aleyhine) her gün sokaklara döküldüğüdür. Bu da yetmezmiş gibi, ülkede şu anda farklı kapitalist güçler arasında bir çekişme konusu.
Bir yandan Fransa (1800’lerin sonu ile 1960’lar arasında Nijer’i sömürgeleştiren ülke), tüm Avrupa Birliği ülkeleri, Amerika Birleşik Devletleri ve Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu (ECOWAS) Bazoum’u yeniden başkanlığa getirmek için baskı uyguluyor (ve hatta ülkeye askeri müdahalede bulunmakla tehdit ediyor). Öte yandan Rusya hem doğrudan hem de meşhur Wagner Grubu aracılığıyla darbecileri desteklemek üzere harekete geçti.
Açıkça görülüyor ki, ülke içindeki ya da dışındaki bu burjuva ve kapitalist kesimlerin hiçbiri Nijer’in acı çeken halkına olumlu bir çözüm sunamıyor. Aksine, hepsi de aynı şeyi istiyor: özellikle Nijer’in zengin maden kaynaklarının çıkarılması ve ticarileştirilmesi söz konusu olduğunda, iktidarın kendi çıkarlarını en iyi temsil edenlerin elinde kalmasını sağlamak.
Bu durum bağlamında ve acil görev darbeyi planlayanları yenmek olsa da Nijer’in işçileri, köylüleri ve gençleri yabancı güçlere ve hatta devrik başkana güvenemez.
Bu nedenle Uluslararası İşçi Birliği – Dördüncü Enternasyonal (LITC-CI), darbe tarafından el konulan ve ayaklar altına alınan demokratik özgürlüklerin geri kazanılması için gerekli ve acil bir araç olarak sosyalizm mücadelesini savunmaktadır. Nijer’in çalışan, ezilen ve sömürülen halkına özgürlük, adalet, güvenlik ve hepsinden önemlisi onurlu yaşam koşullarını ancak sosyalizm garanti edebilir.
Sömürgecilik öncesi refahtan emperyalist sömürü ve suç ortaklarının dayattığı sefalete
Nijer, topraklarının %80’inden fazlası Sahra Çölü ile kaplı bir ülkede yaşayan yaklaşık 25 milyonluk bir nüfusa (çoğunluğu Müslüman) sahiptir. Birleşmiş Milletler kriterlerine göre, her beş Nijerlidan ikisi günde 2.15 doların altında bir gelirle aşırı yoksulluk koşullarında yaşamaktadır.
Nüfusun çoğu, ülkenin az sayıdaki verimli alanlarında geçimlik tarım sayesinde zar zor hayatta kalıyor. Kapitalist açgözlülüğün yol açtığı iklim değişikliğinin etkileri nedeniyle son yıllarda toprağı ekip biçmek giderek zorlaştı. Küresel ısınmanın gezegeni harap eden acımasız sonuçları bölgedeki çölleşme sürecini hızlandırarak verimli topraklara erişimi daha da zorlaştırıyor.
İşçilerin ve halkın çoğunluğu sefalet ve açlık çekerken, emperyalist çıkarlarla güçlü bir şekilde bağlantılı olan küçük bir burjuva elit kendini zenginleştiriyor. Altın, petrol ve özellikle de ülkenin en önemli doğal kaynağı olan uranyum gibi maden kaynaklarını çıkarmak ve ihraç etmekle meşguller.
Ancak işler her zaman böyle değildi. Sömürgecilik öncesi dönemde bölge, çelişkilerine rağmen muazzam bir refah sağlayan birbirini izleyen imparatorlukların ve medeniyetlerin beşiğiydi.
Örneğin, 1500 yılı civarında sömürgeleştirme sırasında Nijer toprakları Atlantik’ten Sahra’ya kadar uzanan Songhai İmparatorluğu’na aitti. Önemli yüksek öğrenim topluluklarına sahipti (bölge, M.S. 989 yılında kurulan Sankoré Camii’nde bulunan dünyanın en eski üniversitelerinden birine ev sahipliği yapıyordu) ve oldukça refah içindeydi. Bunun nedeni, ülkenin bugünkü başkenti Goa’nın çölü kesen ticaret yolları için önemli bir kavşak noktası olmasıydı.
Tüm bunlar Avrupalıların gelişi, kölelik ve özellikle de Nijer’in meşhur Afrika Bölünmesi sırasında (1884/85 Berlin Konferansı’nda sonuçlandırılmıştır) Fransız İmparatorluğu’na dahil edilmesinin sonuçlarıyla kökten değişmiştir. Ülke 1960 yılına kadar bağımsızlığını kazanamadı. Bugün Nijer, dünyanın en yoksul ülkelerinden biri olmasının yanı sıra, gezegendeki en kötü okuryazarlık oranlarından birine sahiptir.
Fransa Nijer’den pençelerini hiç çekmedi
Darbenin hemen ardından, yüzlerce kişinin Fransız Büyükelçiliğinin camlarını kırdığını ve “Kahrolsun Fransa” diye bağırarak etrafı ateşe verdiğini gösteren görüntüler tüm dünyaya yayıldı. Bunun pek çok nedeni var. Nijer’in Fransa’ya duyduğu derin nefretin bugünle olduğu kadar emperyalist geçmişle de ilgisi var. Devrik cumhurbaşkanının tüm bunlarla özdeşleşmesi de tesadüf değil.
Aslında Fransa, pençelerini Nijer’den hiç çekmedi. Ve Bazoum, Fransız burjuvazisinin çıkarlarına hizmet eden uzun bir yöneticiler serisinin yalnızca sonuncusudur.
Özetle Nijer, modern emperyalist güçlerin farklı kesimleri tarafından desteklenen askeri müdahaleler ya da nihai “demokratik” hükümetlerin damgasını vurduğu sömürge sonrası dönemde diğer birçok Afrika ülkesinde yaşananların en talihsiz örneklerinden biridir. Amaçları kendi çıkarlarını korumak ve yeni nüfuz alanları fethetmekti.
1960’lardan bu yana Fransa sistematik olarak birkaç seçim sürecine müdahale etmiş ve/veya ülkeyi yöneten farklı otoriter rejimleri az ya da çok açık bir şekilde desteklemiştir. Fransa ayrıca ülkede her zaman güçlü bir askeri varlık bulundurmuştur. Darbeye kadar ülkede 1.500 Fransız askeri ve saldırı uçakları ve insansız hava araçları için bir Fransız hava üssü bulunuyordu.
Dahası, ülkedeki ekonomik müdahale, maden kaynaklarıyla ilgili işlerin ötesinde, diğer 14 Batı Afrika ülkesi gibi (emperyalizm tarafından alaycı bir şekilde “Françafrique” olarak adlandırılan bir bloğu oluşturan) Nijer’in resmi para biriminin CFA frangı (Afrika Mali Topluluğu’nun kısaltması) olduğu basit gerçeğiyle örneklendirilebilir. Bu ekonomik düzenlemede bir başka önemli ayrıntı daha var: tüm bu ülkeler döviz rezervlerinin %50’sini Fransız Merkez Bankası’na yatırmakla yükümlüdür ve para birimi Euro’ya sabitlenmiştir, bu da açıkça Fransa’nın bunu kullanan ülkelerin ekonomisi üzerinde kontrol uygulamasına izin vermektedir.
Emmanuel Macron hükümetinin bariz emperyalist küstahlığı, darbe sonrası yaptığı ilk konuşmada, Nijer’de “Fransa’ya ve çıkarlarına karşı herhangi bir saldırıya müsamaha göstermeyeceğini” ifade ettiğinde açıkça ortaya çıktı. Bu çıkarlar, şimdi görevden alınan cumhurbaşkanının öylesine bir uşaklıkla savunduğu çıkarlardı ki, halkın çoğunluğu onu eski sömürgeciler ve kaşiflerle güçlü bir şekilde özdeşleştirmişti. Ve bu görüş açıkça sebepsiz değildir.
“Fransa’nın Afrika politikasının şu anda çok başarılı olmadığı doğrudur (…). Ancak bunun suçlusu Fransa mı? Bence değil. Fransa popülist söylemler için kolay bir hedef (…), özellikle de genç Afrikalılar arasındaki sosyal ağlarda (…). Muhalifleri Fransa’nın yeni sömürgeci bir güç olduğu imajını yansıtmak istiyor. Doğru olmayan ama propaganda için çok faydalı olan bu klişeye sarılanlar var” diyen eski cumhurbaşkanı 21 Mayıs 2023’te Financial Times’a verdiği demeçte de bunu dile getirdi. Bu açıklama sadece geçmişi inkar etmekle kalmıyor, aynı zamanda ülkenin mevcut gerçekliğini de gizliyor.
Bazoum 2021 yılında, 1960’tan bu yana seçim yoluyla gerçekleşen ilk iktidar değişiminde seçildiğinde, adı gerçek politik-programatik pozisyonlarıyla hiçbir şekilde örtüşmeyen bir parti olan Demokrasi ve Sosyalizm Partisi’nden (PNDS) aday oldu. O zamandan beri sadece emperyalizmin sadık bir ortağı olmakla kalmadı, aynı zamanda ülkedeki Fransız askeri varlığının arttırılmasının da ateşli bir savunucusu oldu. Emperyalist güçlerin sevdiği aynı argümanı kullanıyor: Radikal İslamcı gruplara ve El-Kaide’ye karşı “terörle savaş” için Fransız birliklerine ihtiyaç vardır.
Bu da yetmezmiş gibi Bazoum, aynı amaç doğrultusunda ABD’nin artan askeri varlığına tam destek verdi. ABD’nin ülkede ikisi kalıcı, ikisi de (yıllardır orada olmalarına rağmen) “geçici” olmak üzere dört askeri üssü bulunuyor. Üslerden biri teknolojik açıdan son derece gelişmiş ve hatta insansız hava araçları için havaalanı olarak kullanılıyor.
Buna ek olarak, Mayıs 2021 ile 2022’nin sonu arasında, Cumhurbaşkanı, bir askeri darbenin ardından komşu ülkeyi terk etmek zorunda kalan Birleşmiş Milletler Mali’deki Çok Boyutlu Entegre İstikrar Misyonu’nun (MINUSMA) yaklaşık 13.000 askerinin bir kısmını kabul etti. Buna ek olarak, Sahra bölgesindeki çatışmaları kontrol altına almayı amaçlayan “isyan karşıtı” bir tabur olan Barkhane Operasyonu’ndan 3,000 Fransız askerini de kabul etti.
Uranyum ve Kuzey Afrika’nın kontrolü konusundaki anlaşmazlık
“Teröre karşı savaş”, “insani yardım” ve “demokrasinin savunulması”, iktidar mücadelesinin ve uluslararası güçlerin (ve onların çeşitli Nijerli ortaklarının) ülkeye müdahalesinin ardında yatan gerçekleri meşrulaştırmak için kullanılan sahte ve ikiyüzlü argümanlardır. Anlaşmazlık öncelikle uranyum çıkarma ve ihracatının kontrolü içindir ve jeopolitik önemiyle ilgilidir.
Nijer dünyanın yedinci en büyük uranyum üreticisi. Avrupa Topluluğu Atom Enerjisi Tedarik Ajansı’na göre, 2021 yılında Avrupa Birliği’nin ana cevher tedarikçisi olan ülkeyi Kazakistan ve Rusya takip ediyordu. Bugün Nijer’de çıkarılan uranyum cevheri, AB’ye ithal edilen toplam uranyumun beşte birini oluşturuyor ve bu cevher öncelikle elektrik üretiminde kullanılıyor. Elektriğin %45’inin nükleer enerji ile üretildiği Fransa’da uranyumun %15’i Nijer’den ithal edilmektedir. Gine Bissau Devrimci Proletarya Birliği UPRG Cassacá-64’ten (LIT’e sempati duyan genç işçilerden oluşan bir grup) yoldaşlar Facebook’ta kısa süre önce yaptıkları bir paylaşımda, “Nijer Eyfel Kulesi’ni aydınlatıp Fransızlara elektrik verirken, nüfusunun %85’inin elektriksiz yaşadığını” belirttiler.
Nijerli işçilerin alın teri ve kanıyla mümkün olan uranyum çıkarma işlemi, muazzam sağlık riskleri ve son derece yıkıcı etkilerinin (toprak, su, fauna ve floranın kirlenmesi ve bunun besin zincirini etkilemesi dahil) yanı sıra, yalnızca uluslararası emperyalizme ve ülkenin burjuvazisine fayda sağlamaktadır.
Nijerli işçiler ve çevre pahasına elde edilen muazzam karlar hakkında bir fikir vermek için, madenlerinin faaliyet gösterdiği topluluklardaki yüksek radyoaktivite seviyeleri nedeniyle sürekli olarak kınanan Fransız çokuluslu Orano Grubu, Nijer’in tüm ekonomisinden üç kat daha büyük bir sermaye yatırımına sahiptir.
Ayrıca Nijer, Afrika kıtasında stratejik bir bölgenin kalbinde yer almaktadır. Atlas Okyanusu’ndan Kızıldeniz’e kadar uzanan ve kuzeydeki Sahra’nın çöl iklimi ile Sudan’ın savanları arasında bir geçiş bölgesi olarak hizmet veren yaklaşık 700 km genişliğinde bir kara şeridi olan Sahel’dedir.
Tam da bu nedenle Nijer’in son yıllarda bölgede darbeye maruz kalan üçüncü ülke olması ve böylece kapitalist güçler arasındaki anlaşmazlıkların merkez üssü haline gelmesi tesadüf değildir. Aynı şey Mali’de (2020 ve 2021’de) ve Burkina Faso’da (2022’de iki darbe yaşadı) da oldu.
Hepsinde Rusya’nın bu anlaşmazlıkların merkezinde yer alması da tesadüf değildir.
Afrika’daki Rus dokunaçları
Darbe gösterilerinde Rus bayrakları taşıyan (ya da kelimenin tam anlamıyla giyen) Nijerlilerin görüntüleri dünyayı dolaşarak şaşkınlık yarattı ve soruları gündeme getirdi. Sonuçta Nijer halkını Putin’in kapitalist ve otoriter rejimini desteklemeye ya da onu Fransız emperyalizmine bir alternatif olarak görmeye iten şey nedir?
Gerçek şu ki Putin hükümeti uzun zamandır Afrika’daki nüfuzunu arttırmaya çalışıyor. Ve bu çabaları büyük ölçüde başarılı oldu. İngiltere’deki York Üniversitesi’nde siyaset profesörü olan Remi Adekoya, geçtiğimiz günlerde CNN’de yayınlanan bir röportajında konuyla ilgili olarak şunları söyledi:[i] “İnsanlar Afrika’da Batı etkisine karşı potansiyel rakiplerden bahsettiğinde, bu her zaman Çin’di. Son birkaç yılda, esasen Ukrayna ile savaştan bu yana, Rusya çabalarını arttırdı ve aniden Rusya neredeyse Afrika kıtasında jeopolitik bir oyuncu olarak geri döndü” diyen profesör, Rusların eski emperyalist yöneticilerine yönelik çok haklı Afrika nefretini nüfuzlarını genişletmek için nasıl kullanmaya çalıştıklarını hatırlattı.
Örneğin Temmuz sonunda Putin, 49 Afrika ülkesinin katılımıyla St. Petersburg’da bir Rusya-Afrika Zirvesine ev sahipliği yaptı. Zirvenin ana hedefi, tahıl tedariki (Ukrayna’yla savaşın engellediği bir konu) ve “askeri işbirliği” anlaşmaları karşılığında siyasi destek ve daha iyi ekonomik ilişkiler (tabii ki Rusya için) konusunda pazarlık yapmaktı.
Putin, işbirliğinin temel hedeflerinden birinin “kıta ülkelerinin savunma kabiliyetlerini güçlendirmek” olduğunu açıkladı. Bu amaçla “askeri ve askeri-teknik alanlarda işbirliğini geliştiriyoruz” diyen Putin, “geniş bir silah ve savunma ekipmanı yelpazesi” sunduklarını ve ülkeleri yeni nesil silahları tanımaları için Rusya topraklarında askeri tatbikatlara katılmaya davet ettiklerini sözlerine ekledi.
Etkinlik sırasında, darbeleri 2019’daki son Rusya-Afrika Zirvesi’nden (askeri işbirliği anlaşmalarının 10 milyar ABD dolarına ulaştığı) aylar sonra gerçekleşen Burkina Faso ve Mali temsilcileri, Ukrayna’nın soykırım amaçlı işgaline verdikleri desteği bir kez daha teyit ettiler.
Toplantıya ayrıca Afrika’da sistematik olarak faaliyet gösteren Wagner Grubunun lideri kötü şöhretli Yevgeny Prigozhin’in varlığı da damgasını vurdu. Grup, paralı askerlik faaliyetlerini finanse etmek için kıtanın çeşitli ülkelerindeki maden kaynaklarını doğrudan sömürmenin yanı sıra darbe süreçlerine de askeri olarak dahil olmuştur. Neo-faşist paralı askerler tarafından yüzlerce insanın katledildiği ve işkenceye maruz kaldığı Mali’deki darbe de buna dahildir.
Bu, Prigozhin’in zaten hizmetlerini sunduğu Nijer’deki darbecileri desteklemek için tekrarlanabilecek bir şeydir. Wagner Grubu, yakın zamanda sızdırılan bir ses kaydında (gerçekliği doğrulanmadı, ancak konuşma Wagner Grubu liderinin söyleminin tipik bir örneğidir) ortaya çıktığı üzere, faaliyetlerini sözde ve saçma bir “anti-emperyalist” söylemle korumuştur.
Prigozhin, “Nijer’de yaşananlar, Nijer halkının sömürgecilerine karşı verdiği mücadeleden başka bir şey değildir (…) Eski sömürgeciler, onları kontrol etmek için bu ülkeleri teröristlerle ve silahlı gruplarla doldurarak güvenlik konularında büyük bir kriz yaratmaktadır” dedi.
Belli nedenlerden ötürü bu söylem Nijer halkında yankı buluyor. Örneğin, 1 Ağustos’ta BBC’ye verdiği bir röportajda, Zinder kentinde tepeden tırnağa Rus bayrağı giymiş olan ve güvenlik nedeniyle adının açıklanmasını istemeyen bir esnaf, Rusya’ya duyduğu sempatiyi şu şekilde gerekçelendirmiştir: “Ben Rusya yanlısıyım ve Fransa’yı sevmiyorum. Çocukluğumdan beri Fransa’ya karşıyım. Uranyum, petrol ve altın gibi ülkemin tüm zenginliklerini sömürdüler. En yoksul Nijerliler Fransa yüzünden günde üç öğün yemek yiyemiyor (…) Rusya’nın bize güvenlik ve gıda konusunda yardım etmesini istiyorum (…) Rusya tarımımızı geliştirmek için teknoloji sunabilir.”[ii]
Ne yazık ki, Ukrayna’da devam eden soykırım bir yana, Putin’in kendi topraklarında ve kendi halkına karşı yürüttüğü absürd düzeydeki sömürü ve baskı göz önüne alındığında, bunun bir yanılsamadan başka bir şey olmadığını çok iyi biliyoruz. Rusya’nın çıkarları Avrupa Birliği ve ABD’ninkilerle aynıdır: kendi burjuvazisinin ve siyasi projelerinin çıkarlarını ve karlarını tatmin etmek için Afrika halklarını sömürmek.
Sınıf bağımsızlığı ve anti-emperyalist mücadele ilerlemenin tek yoludur
Ancak BBC aynı haberinde, yine Zinder kentinden küçük bir tarım üreticisinin farklı bir görüşe sahip olduğunu da aktarıyor. “Rusların bu ülkeye gelmesini desteklemiyorum, çünkü hepsi Avrupalı ve kimse bize yardım etmeyecek” diyen adam, tek isteğinin halkının barış içinde yaşadığını görmek olduğunu da sözlerine ekliyor.
Ona katılmamak mümkün değil. Ancak sorun “hepsinin Avrupalı olması” değil, hepsinin kapitalist olmasıdır. Ve hepsinin amacı aynı: acı çeken Afrikalı işgücünü sömürmek ve doğal kaynaklarını yağmalamak.
Şu anda Nijer’deki işçilere, köylülere ve halka hak ettikleri güvenlik, barış ve yaşam koşullarını garanti etmenin hiçbir yolu yoktur. Avrupa Birliği (özellikle Fransa), Amerika Birleşik Devletleri, Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu, Rusya ya da başka herhangi bir kapitalist ve/veya emperyalist gücün baskılarıyla kuşatılmış durumdalar.
Nijer halkının sınıfsal bağımsızlık içinde örgütlenmesi ve yönetimin kontrolü için bizzat mücadele etmesi gerekmektedir. Kendi yaşamlarını kontrol edebilmelerinin tek yolu budur. Bağımsız örgütlenmeye ilişkin bilgilerin azlığına rağmen, devrik başkana karşı harekete geçen ve prensipte ihtilaf halindeki güçlerle aynı çizgide olmayan kesimlere ilişkin raporlar var.
Örneğin, Ağustos 2022’de Bazum ülkenin kapılarını Barkhane Operasyonu’nun Fransız askerlerine açtığında, sosyal aktivistler, sivil örgütler ve sendikalardan oluşan M62 Hareketi adında bir koalisyon kuruldu. Hareket, askerlerin geri çekilmesi için ve artan hayat pahalılığı ile cumhurbaşkanının aşırılıklarına karşı bir kampanya başlattı. Ancak protestolar sert bir şekilde bastırıldı ve başlıca liderlerinden bazıları Nisan 2023’te tutuklandı.
Bu satırların yazıldığı sırada Nijer’in hava sahası, Bazoum’u Avrupalı güçlerin emriyle yeniden iktidara getirmek amacıyla Afrikalı komşularının askeri müdahale tehdidine kapalıdır. Bu arada Omar Tchiani ve darbecileri darbeyi pekiştirme yolunda ilerleme kaydederken Putin ve Wagner Grubu da onlarla ittifaklarını sıkılaştırmaya çalışıyordu.
Tüm bu senaryolar Nijer halkı için korkunç haberlerdir. Askeri diktatörlükten başlamak gerekirse, yakın geçmişten ne yazık ki çok iyi bildikleri gibi, yaygın şiddet ve zaten kırılgan olan demokratik özgürlüklerin ortadan kaldırılması anlamına gelir ki bunlar olmadan mücadele etmek için örgütlenmek imkansızdır.
Dahası, Bazoum gibi Fransız yanlısı emperyalist bir burjuvanın yeniden seçilmesi, Nijer halkının içinde yaşadığı sefalet ve güvensizlikten kurtulmasına yardımcı olacak hiçbir şey yapmayacaktır. Otoriter soykırımcı Putin’e ve onun neo-faşist paralı askerlerine bel bağlamak da geçerli bir çıkış yolu değildir.
Bu nedenle izlenecek tek yolun mücadele olduğuna inanıyoruz. İlk adım darbeyi engellemek ve yenilgiye uğratmaktır, ancak bu, öne sürülenlerden tamamen farklı bir yaklaşımla yapılmalıdır. Bu, sınıf bağımsızlığıyla, açıkça anti-kapitalist ve anti-emperyalist bir mücadeleyle ve iktidarı kazanma hedefiyle yapılmalıdır.
Gerek kölelik gerekse yeni sömürgecilik döneminde Afrika’da işlenen insanlığa karşı suçların tarihi nedeniyle, kıtadaki mücadeleler zorunlu olarak anti-emperyalist bir bakış açısı gerektirmektedir. Bu da söz konusu suçlar için ekonomik ve sosyal tazminat talep etmek anlamına geliyor. Bu, Nijer halkı için yaşanabilir bir gelecek için gerekli bir koşuldur.
Ayrıca, Nijer’deki işçilerin, köylülerin ve gençlerin ancak Afrika kıtasındaki kardeşleriyle birlikte kıtayı sosyalist bir Afrika bayrağı altında yeniden birleştirdiklerinde barışa, adalete, özgürlüğe ve onurlu yaşam koşullarına sahip olacaklarından eminiz. Bu, kıtanın muazzam doğal zenginliğinin ve halklarının emeğinin ürününün kendileri tarafından ve gelecekleri için sahiplenilmesini ve yönetilmesini sağlayacak olan yoldur.