Hamas ile Anlaşmalarımız ve Farklılıklarımız

Hamas ile Anlaşmalarımız ve Farklılıklarımız

ALEJANDRO ITURBE

Hamas, 7 Ekim’de, İsrail askeri merkezlerine karşı gerçekleştirdiği askeri eylemden bu yana uluslararası medyanın odağında yer aldı ve uluslararası medya Hamas’ı Gazze Şeridi halkına saldırmak için gerekçe olmak üzere “acımasız terörizm” uygulamakla suçladı. Hamas nedir? Bu saldırılara karşı neden onu savunuyoruz? Örgüte olan yaklaşımımız ve anlaşmazlıklarımız nelerdir?

Hamas Arapça’da “şevk” anlamına gelmektedir ve İslami Direniş Hareketi’nin kısaltmasıdır.

Örgüt 1987 yılında Mısır’daki Müslüman Kardeşler’ den koparak, Filistin halkı arasında kendini inşa etmek amacıyla kurulmuştur. Örgütsel yapısı bir siyasi kol, bir sosyal kol ve 1992’den beri de bir askeri koldan (El Kassam Tugayları) oluşmaktadır:

İslam’ın Sünni koluna mensuptur ve (1988’de kabul edilen) İlkeler Bildirgesi’nde ideolojik ve siyasi temel olarak Kuran’ı ve “yol” olarak da Cihad’ı öne sürmektedir.

Aynı “tüzük” siyasi hedefinin şu olduğunu belirtmektedir: “Eski İngiliz Filistin Mandası topraklarında bir Filistin İslam devletinin kurulması”. İsrail Devleti’nin bu toprakların %70’inden fazlasına (Filistinlileri sürerek) el koyduğu ve geri kalanını askeri işgal altında tuttuğu ölçüde, bu stratejik hedef İsrail Devleti’nin yıkılması anlamına gelir ve “cihat yolu” ona karşı savaş demektir.

Hamas’ın ve diğer Arap ve Müslüman ülkelerdeki benzer örgütlerin (1982’de Lübnan’daki Hizbullah gibi) oluştukları bağlam içerisinde anlaşılmalıdır. İlk olarak, ABD emperyalizminin kukla rejimini deviren 1979 İran Devrimi süreci, Ayetullahların İslami rejimini pekiştirmekle sonuçlandı. Emperyalizmin saldırdığı ve bu rejimin ona karşı koyduğu bir bağlamda, giderek birçok Arap ve Müslüman savaşçı için bir referans haline geldi.

İkinci olarak, 1987 yılının sonunda işgal altındaki Filistin topraklarında, ağır silahlı İsrail askerlerine taş ve sapanlarla karşı koyan Filistinli gençlerin kahramanca ayaklanmasıyla karakterize edilen ve İsrail askerlerinin moralinde derin bir krize neden olan Birinci İntifada meydana geldi. Hamas’ın kuruluşu, işgal altındaki topraklardaki huzursuzluk ortamına verilen siyasi bir yanıttı.

Üçüncüsü, İntifada’ya yol açan süreç bağlamında, Filistin Kurtuluş Örgütü (seküler bir yapıya sahipti ve o zamana kadar Filistin halkının tartışmasız liderliğini temsil ediyordu) Oslo Anlaşmalarına ve Gazze ve Batı Şeria’daki İsrail işgalinin de-facto bir ajanına dönüşmesine yol açacak ihanet yoluna çoktan başlamıştı. Aynı ihanet yolu, 1978’de İsrail ve ABD emperyalizmi ile Camp David Anlaşmalarını imzalayarak bu devletin “meşruiyetini” tanıyan ve onunla “barış” yapmayı kabul eden Mısır gibi birçok “laik” Arap rejimi ve hükümeti tarafından da izlenmişti.

Hamas’ın etkisinin artması

Hamas, Nisan 1994’te ilk intihar saldırısını İsrail’in Hedera kentinde gerçekleştirdi ve bunu diğerleri izledi. İsrail ordusu ve baskı güçleri tarafından zulüm görmelerinin yanı sıra, Filistin Ulusal Yönetimi (PNA) Hamas’ın “terörist operasyonlarını” kınadı ve bu örgütün 140 kadar şüpheli üyesini tutukladı.

PNA ve El Fetih (feshedilen FKÖ’nün ana siyasi örgütü) Filistin topraklarını yeniden kazanma mücadelesini terk edip İsrail’in işbirlikçileri gibi hareket ettikçe, Hamas Filistin halkının kadim arzusu için mücadeleyi sürdüren bir örgüt olarak giderek daha fazla belirginleşti. Filistinliler arasında, özellikle de korkunç koşullar altında yaşayan Gazze Şeridi sakinleri arasında prestiji ve etkisi arttı.

2000 yılında, Filistinli gençlerin işgale karşı yeni bir ayaklanması olan İkinci İntifada gerçekleşti. Bu ayaklanma, PNA ve El-Fetih’in iddia ettiği gibi, PNA’nın kurulmasının (“iki devlet” perspektifinde) Filistin egemenliği sürecine yol açmadığının farkına varılmasının bir sonucuydu. Bu durum sadece İsrail’in Filistinlileri Kudüs’teki mahallelerinden kovma ve Rus kökenli Yahudi yerleşimcilere vermek üzere Batı Şeria’daki tarım arazilerine el koyma politikasına hizmet etti. Bu ayaklanma özünde sadece İsrail’e karşı değil, aynı zamanda PNA-Fetih’in politikalarına ve rolüne de karşıydı.

2004 yılında Hamas, stratejik hedefinin kamuya açık deklarasyonundan “İslami” kelimesini çıkarmaya başladı ve bunun yerine “Filistin’in eski İngiliz Mandası topraklarının tamamında bir Filistin devletinin kurulması” olarak ifade etti. Bu politika El-Fetih ve PNA’nın “teslimiyetçiliği” ile keskin bir tezat oluşturuyordu.

Hamas ve Gazze hükümeti

Bu nedenle 2006 yılında Filistin Yasama Konseyi (Batı Şeria’nın Ramallah kentinde bulunan PNA) seçimlerine ilk kez katılan Hamas, El-Fetih’in 43 sandalyesine karşılık 76 sandalye kazanarak PNA hükümetini kuracak çoğunluğu elde etmesi şaşırtıcı olmadı.

El-Fetih üyesi ve PNA başkanı Mahmud Abbas, seçim sonuçlarını ve Hamas’ın zaferini görmezden gelerek kendisini PNA’nın Batı Şeria’daki merkezi kurumları üzerinde tek Filistin otoritesi ilan etti. Bu tutum, İsrail ve onu tanıyan emperyalist güçler tarafından desteklendi.

Gazze Şeridi’nin kontrolünü ele geçirme girişimi sırasında Hamas güçleri ile Mahmud Abbas güçleri arasında çatışmalar yaşandı, çatışmalar Hamas’ın zaferiyle sonuçlandı ve sonrasında Hamas kendisini bu bölgenin meşru hükümeti olarak ilan etti. O dönemde Uluslararası İşçi Birliği (LIT-CI) olarak biz, Gazze Şeridi’nin İsrail’den bağımsız tek Filistin bölgesi haline geldiğini ve Hamas hükümetinin bunun siyasi ve askeri ifadesi olduğunu belirtmiştik.

Gazze Şeridi’nin bağımsızlığı, onu ortadan kaldırmak isteyen Siyonist devlet için kabul edilemezdir. Bu nedenle Gazze Şeridi’ni izole ederek, ekonomisini abluka altına alarak ve sürekli bombalayarak, sıhhi altyapısını, temel su ve elektrik kaynaklarını yok ederek halkın teslim olmasını istiyor.

Dolayısıyla İsrail Hamas’a saldırdığında bunu “terörist” ya da “İslamcı” olduğu için değil (bu makalenin ilerleyen bölümlerinde ele alacağımız konular), Gazze Şeridi’nin bağımsızlığını ortadan kaldırmak ve bölge sakinlerinin teslim olması için yapıyor. Çünkü Hamas, güçlü çelişkilerine rağmen, Batı Şeria’daki PNA-el-Fetih’in aksine, siyasi yaklaşım ve eylemlerinde oldukça dirençli bir görünüm sergiliyor.

Bu nedenle Hamas’ın İsrail’e karşı eylemlerini “kınamıyoruz” ve bunun yerine bu örgütü Siyonist devletin, emperyalizmin ve dünyadaki birçok suç ortağı hükümetin saldırılarına karşı savunuyoruz. İsrail’e karşı mücadelede ortak “askeri hedefte” yer alıyoruz ve bu nedenle dünyanın farklı ülkelerinde bu eylem birliğini ifade eden ortak eylemler gerçekleştiriyoruz. Bu, Filistin halkının savunulmasının ve İsrail’e karşı mücadelesinin kritik bir yönüdür ve mevcut durumda da gereklidir.

Hamas ile farklarımız

Yıllar boyunca Uluslararası İşçi Birliği (LIT-CI), programında ve ilkelerinde Filistin topraklarını özgürleştirmek ve orada bir Filistin devleti kurmak için İsrail’i yok etme gerekliliği konusunda bir perspektife sahip olduğunu çok sayıda makalede ifade etmiştir. Öte yandan, derin bir farkımız var: Hamas bir “Filistin İslam Devleti” kurmayı önerirken, LIT-CI’ nin önerisi başından beri, 1964’te FKÖ’nün (Filistin Kurtuluş Örgütü) kuruluş programının ana ekseni olan “Laik ve ırkçı olmayan bir Filistin için” idi. Bu, FKÖ’nün 1993’teki Oslo Anlaşmaları ve PNA’nın kurulmasıyla birlikte kesin olarak vazgeçmeden önce, terk etmeye başladığı programın aynısıdır.

Bu bir “din tartışması” değildir: İslam dinine mensup olan ve hayatlarını Kuran’ın emirlerine göre yaşayan yüz milyonlarca insanın dini inançlarına dair bir tartışma yapmıyoruz. Elbette pek çok Filistinli de bu şekilde yaşıyor. Bizim söylediğimiz şey, (Kuran’ın “köktenci” bir yorumuna dayanan) “İslami devletlerin” kurulduğu yerlerde, işçiler ve halk için herhangi bir demokrasinin olmadığı, kadınlara aşırı baskı uygulayan ve LGBTİ bireylere sert baskı uygulayan sert diktatörlüklere dönüştükleridir.

İran’daki Ayetullahlar rejimine karşı güçlü isyanlar patlak vermiştir. Aynı durum Afganistan’daki Taliban için de geçerlidir. Hamas’ın “İslam Devleti” formülasyonunu yavaş yavaş terk ettiğini ve daha tarafsız bir form benimsediğini gördük. Bununla birlikte, Gazze Şeridindeki hükümetinin karakterini analiz edersek, burayı İsrail’den bağımsız bir bölge olarak korurken, aynı zamanda Gazze işçileri ve halkı için herhangi bir demokrasi olmaksızın diktatörce bir karaktere sahip olduğunu da görebiliriz

Gelecekteki seküler Filistin devletine ilişkin bu vizyon, Filistin halkının siyasi ve kültürel geleneğinin de bir parçasıdır. Soraya Misleh, LIT-CI’ nin yakın zamanda gerçekleştirdiği bir canlı yayında, Müslüman olduğunu iddia eden ve 1948 yılında ailesiyle birlikte topraklarından sürülen rahmetli babasının kendisine, İngiliz Mandası döneminde Filistinlilerin Yahudi ve Hıristiyan azınlıklarla ve herhangi bir dine mensup olmayanlarla barış ve hoşgörü içinde yaşadığını anlattığını söyledi.

Hamas’ın ve programının sınıfsal niteliği

Hamas ile siyasi tartışma çok daha derinlere inmektedir. Hamas, İsrail’e karşı Filistin halkının kurtuluş mücadelesine liderlik etmek üzere yola çıkmış bir örgüttür. Bu mücadelede ilerici bir rol oynamış, hatta Gazze Şeridi’nin yönetimini ele geçirmiş ve burayı İsrail tarafından kontrol edilmeyen tek Filistin bölgesi olarak muhafaza etmiştir.

Ancak aynı zamanda, kökeni ve sınıfsal karakteri, siyasi anlayışı ve programı nedeniyle, Hamas liderliğinin kurmak istediği Filistin devletindeki özlemleri (ki bu başarılırsa olağanüstü bir zafer olacaktır) sosyalizmin inşasına doğru ilerlemek ya da kapitalizme, emperyalizme ve onların kukla hükümetlerine karşı devrimci mücadeleyi tüm Arap ve Müslüman ülkelerine (hatta dünyaya) yaymak değildir.

Benzer özelliklere, anlayışlara ve programlara sahip olan ve halklarının kurtuluşu için mücadele eden diğer hareketler gibi, bu hareketin de azami hedefi burjuvazi olarak gelişebileceği ve dünya çapında kabul görebileceği bir bölgesel taban elde etmektir. Fransız sömürgecileri kovduktan ve ülkenin bağımsızlığını kazandıktan sonra mücadele sürecini “donduran”, izole eden ve bir burjuva devleti ve kapitalist bir ekonomi inşa eden Cezayir FLN’sinin (çok daha seküler ve “solcu” bir dil kullanıyordu) başına gelen de buydu. FLN’nin liderliğinin ve üst düzey kadrolarının büyük bir kısmı Cezayir ulusal burjuvazisi olmayı başardı, ancak seçilen yol kaçınılmaz olarak Cezayir’in Fransız emperyalizmine bağımlı bir durumda geri dönmesine yol açtı.


Benzer bir durum Afganistan’da Taliban hükümeti için de geçerli. ABD ve Avrupalı müttefiklerinin işgaline karşı ülkenin kurtuluşu için bir savaşa önderlik ettikten sonra, bu hükümet süreci “dondurdu” ve şu anda özellikle çok uluslu şirketlere cömert avantajlar sunduğu madencilik sektöründe “yabancı yatırımlar” için çağrıda bulunarak kapitalist kalkınmayı teşvik ediyor.

Hamas İsrail’i yok etme programından vazgeçti

Gazze Şeridi’nde hakimiyetini ve yönetimini sağladıktan sonra, programının ve hedeflerinin sınıfsal karakteri Hamas’ı bir ikileme soktu: bu zaferi İsrail’i yok etmenin ve tüm Filistin topraklarını geri almanın hizmetine sunmak ya da FKÖ ve El Fetih’in zaten yaptığı gibi “iki devletli” stratejide bir müzakere politikası yoluyla İsrail’i tanıma ve bir arada yaşama yoluna girmek.

Hamas 2017 yılında İlkeler Sözleşmesini değiştirdi ve bu yeni programatik belgede “1967 sınırları içerisinde bir Filistin devleti” fikrini kabul etti. Yani, daha önce reddettiği “iki devlet” ve İsrail ile bir arada yaşamayı kabul etti, ancak bunu “tüm Filistin’in kurtuluşu için bir geçiş” olarak konumlandırdı.

Bu derin değişimin bir sonucu olarak, aynı yıl “Hamas Gazze İdari Komitesi’ni feshederek yerine bir Filistin birlik hükümetinin çalışmasına ve genel seçimlere doğru ilerlemesine izin vereceğini açıkladı.” Bu bağlamda, “El Fetih ile bir birlik anlaşması imzaladı ve bu anlaşma kapsamında Hamas, Gazze’nin İsrail ve Mısır ile olan sınır kapılarının kontrolünü Filistin Yönetimi’ne iade etti”.

Başka bir deyişle Hamas, İsrail ve emperyalizmle “iki devlet” için müzakere masasına oturabilmek adına İsrail’in yok edilmesine yönelik programatik önerisinden ve sürecin liderliğini devrettiği PNA-Fetih’e karşı Filistin halkının liderliği için verdiği mücadeleden vazgeçti.

Hamas’ın bu programatik değişimde karşılaştığı en büyük engel, İsrail ve emperyalizmin bu değişime rağmen müzakere masasına oturmayı kabul etmemesidir. Bahane ise Hamas’ın “terörist bir örgüt” olmasıdır. Bu yanlış suçlamaya karşı çeşitli makalelerde tartıştık. Hamas’a yönelik eleştirimiz ve tartışmamız, Filistin halkının İsrail’e karşı kurtuluş mücadelesinde, özellikle de mevcut güç eşitsizliği koşullarında geçerli ve hatta gerekli bir yöntem olarak gördüğümüz askeri eylemleri nedeniyle değildir.

Gerçek şu ki İsrail ve emperyalizm, Hamas’a (ve bir bütün olarak Gazze Şeridi halkına) İsrail’e tabi olmayan tek Filistin toprağı olarak kalmayı sürdürme “cüretini” “pahalıya ödetmek” istiyor. Bu nedenle onu kuşattı, her türlü ekonomik faaliyet olasılığını engellemeye çalıştı ve sağlık altyapısını yok etmek için sürekli bombaladı. Hatta şimdi Filistin nüfusunun yarısını bölgeden çıkarmak istiyor. Özellikle Hamas’a gelince, Siyonizm ve emperyalizm onun teslim olmasından dahi memnun olmayacak, İsrail’e karşı mücadeleyi kısmen de olsa sürdürme “cüreti” nedeniyle bu örgütü tamamen yok etmek istiyorlar.

Bu koşullar altında Hamas, başlattığı teslimiyet sürecini durdurdu ve kendini savunmak için askeri eylemlerini yoğunlaştırmaya başladı. İsrail ise Filistin halkına ve Gazze Şeridi’ne karşı daha da saldırgan bir “etnik temizlik” politikasıyla karşılık verdi.

Bazı son değerlendirmeler

Hamas’ın eylemlerini kınamadığımızı, asla kınamayacağımızı ve Filistin halkının baskıcı Siyonizm’e karşı mücadelesine koşulsuz desteğimizin bir parçası olarak bu örgütü İsrail ve emperyalizmin saldırılarına karşı savunduğumuzu söyledik. Dolayısıyla bu örgütle eylem birliğimiz var. Bugün LIT-CI’ nin Filistin konusunda temel hattı budur.

Bu çerçevede, Hamas’ın kuruluşunun stratejik anlayışını ve siyasi hedeflerini tartışıyor ve eleştiriyoruz. Mezhepçilik ya da “Marksist dogmatik katılık” nedeniyle değil, daha önce de olduğu gibi bu anlayış onu teslimiyetçi bir yola sürükleyeceği için. Bu mücadele yavaşladığında veya Hamas mücadeleye geri döndüğünde bile, bu hedefler onu İsrail’in yok edilmesi ve tüm Filistin topraklarının geri alınması stratejik perspektifini ilerletmeyen bir uluslararası politika izlemeye yöneltti.

İsrail Devleti’nin yıkılması ve Filistin topraklarının geri kazanılması ancak sonuna kadar sürdürülen bir savaşla başarılabilir. Bu savaşta, eski Filistin Mandası topraklarındaki güçlerin korelasyonu tek başına ele alınırsa, İsrail’in Filistin direnişi üzerindeki askeri üstünlüğünün muazzam olduğunun tamamen farkındayız. Bu sınırlı çerçevede, Filistin halkı için askeri bir zafer olasılığı imkânsız görünmektedir.

İsrail’i askeri olarak yenmek ve yok etmek için ona dışarıdan “her yönden” saldırılmalıdır. Yani bir bütün olarak Arap ve Müslüman halkların desteğiyle komşu Arap ülkelerinin (Mısır, Lübnan, Suriye ve Ürdün) sınırlarından. Filistin askeri direnişi, Arap halklarının İsrail’e karşı devrimci ve askeri mücadelesini ateşleyen bir “kıvılcım” olmalıdır. Bu bölgesel devrimci mücadeleyi geliştirmek için, Mısır ve Ürdün’de olduğu gibi İsrail’i tanıyan ve “barış” için imza atan rejimlere ve hükümetlere karşı mücadelede de ilerlemek gerekmektedir.

Hamas’ın uluslararası politikasının böyle bir hedefi yoktur. Başlıca uluslararası ilişkisi ve desteği, dünya düzeninin masasında bir yer edinmek için “kendi oyununu” oynayan Ayetullahların İran rejimiyle. İsrail’in 2006’daki Lübnan işgalini yenilgiye uğrattıktan sonra sınırda sürekli bir askeri gerginlik durumu yaratan Hizbullah ile yakın ve destekleyici ilişkiler sürdürmektedir. Ancak politikasının ana ekseni Lübnan burjuva rejiminin ana destekçisi olmak olmuştur.

Ürdün ve özellikle Mısır rejimleriyle ilgili olarak Hamas’ın politikası “barış içinde bir arada yaşama” olmuştur. Bunun, Filistin halkının içinde bulunduğu çok zor koşullarda bir zorunluluk olarak dayatılmış olabileceğinin farkındayız: Ürdün’de 3,000,000 Filistinli mülteci yaşamaktadır ve İsrail ablukası altındaki Gazze Şeridi’nin Mısır ile olan güney sınırı, erzak ve gıda yardımının girebileceği tek kapıdır. Şu anda İsrail’in Gazze’den çıkarmak istediği bir milyon Filistinli için tek çıkış yolu da bu.

Ancak bu gerekliliği anlamak başka bir şeydir, “bunu bir erdem haline getirmek” ve İsrail’i yenebilecek ve bu devleti yok edebilecek tek politika olan devrimci bir süreçle “bölgeyi ateşe verme” stratejisini terk etmek başka bir şeydir.

Yazar Hakkında