Al-Harith Taha
Hemen, randevusuz ve hızlı bir şekilde gelmişti ve İsrail’de meydana gelen IŞİD terör saldırılarına ilişkin tüm desteğini ve taziyelerini de beraberinde getirmişti. Diğer bazı dışişleri bakanlarının yaptığı gibi olayları sadece kınamakla yetinmedi, aksine büyük bir heybetle şöyle dedi: “Bugün burada dünyanın en büyük ülkesinin dışişleri bakanı olarak bulunmuyorum. Hayır, bugün burada felakete uğramış bir Yahudi olarak duruyorum. Evet, bir Yahudi, Amerikan vatandaşlığına sahip olsa ve bu pozisyonda bulunsa bile.” Amerika’nın en büyüğü, Amerikan diplomasisinin tartışmasız başının söylediği bu idi.
“Dini vatanım olan İsrail’e yönelik terörist saldırılara karşılık vermek üzere Amerikan yönetiminin mutlak sempati ve desteğini yanımda getiriyorum ve Yahudi halkının ve İsrail devletinin onuruna saldırmaya cüret eden herhangi bir ülkeye yönelik her türlü siyasi ve askeri hamleye karşı birlik içindeyiz.” Dünyaya ilan ettiği şey buydu.
Ardından savaş döneminde İsrail’in güvenliğine zarar veren gruplara, örgütlere ve devletlere karşı “diplomatik” projesini sundu. Projenin en önemli maddesi ve uygulamanın ilk adımı “Önce İsrail” idi. Bu madde tarih boyunca uluslararası ölçekte en önemli madde olarak kabul ediliyordu. İsrail’in topraklarını korumak için gerekli görülen her türlü stratejik açı, Amerikan yönetimi ve kongre kararları tarafından korunmakta ve garanti altındadır..
Önümüzdeki dönemde ABD Dışişleri Bakanı’nın yapacağı iş İsrail Dışişleri Bakanı’nın yapacağı işle aynıdır ya da başka bir ifade ile ABD dışişleri bakanı İbrani Devleti’nin Dışişleri Bakanı sayılabilir. İsrail’in daha güçlü ve saldırılara karşı korunaklı bir devlet olması vizyonuyla uyumlu her karar, Yahudi devletinin varlığını garanti altına alan ülkelerce de onaylanan bir Amerika ve dolayısıyla uluslararası bir karar şeklinde ele alınabilir.
Böylece, ABD-İsrail Dışişleri Bakanı Blinken, bölgede ve dünyada kasırga gibi bir görüşme turu ile çalışmalarına başladı ve ülkeler ile İsrail arasındaki çok sayıda görüşme nedeniyle bir süre havada yaşayabilir. Tıpkı eski akıl hocası, Amerikan politikasının mimarı Siyonist Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın Ekim 1973’teki savaş öncesinde İsrail Devleti’nin hayatta kalması ve güvenliğini sağlamak için yaptığı turlar sırasında yaptığı gibi; Mısırla, Suriye ile ve Körfez ülkeleriyle onlarca görüşme.
Bugün tarih aynı oyuncular ve yine aynı kurbanlarla bu topraklarda tekerrür ediyor.
Blinken’in Mısır Cumhurbaşkanlığı ile diplomatik adımlar oluşturmaktan başka çaresi yoktu; Mısır’ın Sina topraklarının bir bölümünü Gazze halkına tahsis etme kararını kontrol eden Mısır Cumhurbaşkanlığı, Filistinlilerin taşınacağını ve bu bölgenin, özellikle de Mısır Ariş’inin kendi yönetimleri altında olacağını ve yönetimin gelecekte Filistinlilere devredileceğini açıkladı. Bu bölge askerden arındırılmış ve özerk olacak, uluslararası kararları sadece Mısır istihbarat servisine bağlı olacak.
Blinken daha sonra Körfez ülkelerine giderek bu topraklar ve gelecekteki devlet için fonların ve bütçelerin açılmasını talep etti ve buna göre Körfez ülkeleri, bu devletin devamı ve tamamen Amerikan standartlarına göre inşa edilmesi için ekonomik ve uluslararası koşullar yaratmak amacıyla Amerika tarafından yıllık yardımlarla desteklenen yıllık bir bütçe ayırdı.
Böylece Blinken, aynı anda iki dışişleri portföyüne sahip olduğu göz önüne alındığında, Amerikan İsrail vizyonuna en büyük desteği toplamak için Avrupa’ya, Fransa’ya, Almanya’ya ve İngiltere’ye gidiyor. Amacı ise dünyadaki bir grup karar verici ülkenin İsrail’in bölgedeki kararlarının ve varlığının arkasında hizalanmasını sağlamak.
Üst düzey askeri liderler, Amerika’nın terörist olarak tanımladığı saldırılardan bir gün sonra, Amerikan ordusundaki en büyük ve en gelişmiş uçak gemisinin İsrail ordusunu desteklemek üzere İsrail kıyılarına doğru hareket etmesi emrini verdikten üç gün sonra, Arap Körfezi’nde bulunan bir başka uçak gemisinin de İsrail’in kuzey kıyısına hareket etmesi emrini verdi…
Şu anda Pentagon binasındaki ofisinde İsrail’de olup bitenleri izliyor. Sahadaki durumu değerlendirmek, Kassam Tugayları’nın devam eden saldırılarını kontrol altına almak için hızlı planlar geliştirmek, uydular aracılığıyla hava ya da füze saldırılarıyla karşılık vermek, Pentagon’daki komutanlar tarafından hedefleri belirlemek ve bunları İsrail’deki askeri yetkililer ile paylaşmak için kalabalık bir askeri danışman grubuyla çevrili durumda.
ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin ve üst düzey danışmanları arasında yapılan bir toplantının ardından Austin önemli bir sonuca vardı. O da; İsrail ordusunun sahadaki başarısızlığı ve bir savaşı yönetme konusundaki beceriksizliği. Austin, savaşı yanında savaş bilimleri konusunda en bilgili askeri danışmanlardan oluşan geniş bir grupla Pentagon’daki ofisinden değil de İsrail Savunma Bakanlığı’nın Tel Aviv’deki merkezinden yönetmeye karar veremezdi.
Blinken, İsrail’in Amerika’nın en yakın ülkesi ve ayrılmaz bir parçası olduğuna ve gelecekte ele geçirebileceği en geniş topraklar üzerinde egemen bir devlet olarak var olmak istediğine inandığından, Amerikan vizyonunda Savunma Bakanlığı ile Dışişleri Bakanlığı arasında bir farklılık ortaya çıkmıştır.
ABD Savunma Bakanlığı, İsrail’in Ortadoğu’daki en büyük ABD askeri üssü olduğuna ve tarihsel olarak ve gelecekte ABD askeri operasyonlarının merkezi olduğuna inanmaktadır. Dolayısıyla İsrail, uçak gemilerinin Akdeniz ve Arap Körfezi’ndeki hareketine bağlı olarak en büyük deniz üssü ve geçmişte olduğu gibi ABD emperyalizminin en büyük askeri üssü olacaktır.