AYM KRİZİ: REJİM “KENDİNDEN DAHA BETER BİR ŞEYE” DÖNÜŞME EĞİLİMİNDE

AYM KRİZİ: REJİM “KENDİNDEN DAHA BETER BİR ŞEYE” DÖNÜŞME EĞİLİMİNDE

HAKKI YÜKSELEN

Aslında son derece “açık bir rejimde” yaşıyoruz. Bu nedenle hemen herkes Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasındaki “krizin” rejim eliyle yaratıldığını açıkça biliyor.   Olayın, kimilerinin de belirttiği gibi bir “iç çatışma” yönü olsa bile bu belirleyici bir unsur değil. Bu gelişmenin belirleyici boyutu, her zaman olduğu gibi rejim eliyle planlanmış bir provokasyon sonucu   bir fiili durumun, bir emrivakinin yaratılmak istenmesi. Bir süredir rejim çevrelerince sözü edilen, çeşitli biçimlerde ısıtılan YENİ ANAYASA meselesi bu vesileyle gündeme sokulmuş oldu.

Ana Muhalefet bunun bir darbe girişimi olduğu kanısında. Rejimin tarihsel-stratejik hedefleri, alışılmış taktikleri düşünüldüğünde bunun doğru bir tespit olduğu söylenebilir.  Böyle bir “anayasa darbesinin”  birbiriyle bağlantılı birkaç hedefi var: Bunlardan biri  “milliyetçi-mukaddesatçı” gericiliğin “tarihsel zaferi “ ve “ebedi iktidarı” doğrultusunda NEO-BONAPARTİST rejimin tahkim edilmesi. Tabii, öncelikle yapılması gereken Saray rejiminin çok daha güçlü ve net tanımlamalar içeren, ancak gerektiğinde kolaylıkla çiğnenebilecek bir anayasal çerçeve içine alınarak bütün siyasi, idari, hukuki yapının otokratik bir gücün emir ve görüşlerine tâbi kılınması; bu yolla rejim içi her türlü sızıntı veya su kaçağının engellenmesi.  Buna rejim açısından hâlâ pürüz, hatta risk oluşturmaya devam eden bazı “siyasi sorunların” (seçim sistemi vb.) anayasal ve yasal değişikliklerle ortadan kaldırılması hedefini de ekleyebiliriz. Tertiplenen krizin aynı zamanda cumhurbaşkanlığı sorununun yeni bir “sıfırlama” yöntemiyle “kaydı hayat şartıyla” çözümlenmesi yolunda bir adım olduğunu iddia eden “şüpheciler” de var, ki büyük ihtimalle haklılar.

RTE’nin gerçekte kendi yarattığı bir krizde, taraf değil, bir “hakem” olduğunu söylemesi ise bence Neo-Bonapartist Saray rejimini klasik örneklerine daha yakın türden bir Bonapartizme dönüştürme ihtiyacının bir ifadesi. Bilindiği(!) üzere Bonapartizm bir tür “hakemlik” rejimidir. Troçki’nin deyişiyle, toplumsal planda sömürücülerin en güçlü kesimlerini temsil eden, finans kapitalin hizmetinde,  onun programının uygulayıcısı olsa da “kendini ulusun üzerine çıkararak ulusun uzlaştırıcı hakemi, bir üst uzlaştırıcı” görünümü kazanan,   “ordu, polis, bürokrasi eksenine” oturan,  “ulusun hakemi rolündeki bir kılıç hükümeti” dir. Böyle bir rejimde bir parlamentonun varlığına göz yumulsa da bu, “gerçek yetkilerinden vazgeçmiş, her an dağıtılabileceğinin farkında olan bir parlamentodur. Kuvvetle muhtemeldir ki RTE’nin hedefi (Şüphesiz kendisi farklı isimler veriyordur!) burjuva gericiliği saflarındaki bazı dengeleri de hesaba katarak bu türden bir rejimi kurmaktır. Cumhurbaşkanı Başdanışmanı’nın dile getirdiği “milli yargı” kavramını da bu bağlamda ve kökeni itibariyle “Nazizm”le bağlantısı içinde değerlendirmek gerekmektedir

Dolayısıyla rejim eliyle çıkartılan bu “anayasal kriz” aynı zamanda rejimin varlığını sürdürebilmesi açısından kaçınılmaz olan bir “iç dönüşümün”, yani rejimin “kendisinden daha beter bir şeye dönüşmesinin” de adımı olarak ele alınmalıdır. Burada “daha beter bir şeyden” kastedilen sadece daha “saflaştırılmış” haliyle bir Bonapartizm değil, aynı zamanda, rejimin doğrudan kendi iç dinamiklerinin ve yol açacağı türlü belaların sonucu olarak ortaya çıkabilecek, askeri bir diktatörlük, yarı faşist veya faşist rejimlerdir.

Uzun süredir rejim adına AYM’le savaş açmış olan ve son olarak da AYM’yi “Kandil” ve “FETÖ”nün bir aracı olarak ilan eden MHP’ye gelince… Öncelikle Bahçeli’nin partisini rejimin peşine takarak bitirdiğinin söylendiği dönemde, bunun böyle olmadığını, Bahçeli’nin stratejik bir hedefi olduğunu söylediğimizi hatırlatalım. Burada sözü edilen seçim sonuçları değil. MHP yaşadığı bölünmeye rağmen yüzde 10’un üzerinde oy aldı. Asıl sorun, MHP’nin Türkiye’de ancak RTE’nin kurmayı başarabileceği Başkanlık Rejimi üzerinden ve koşullar oluştuğunda da onun “üzerine yatarak” faşist bir rejim inşa etmek gibi stratejik bir hedefinin olması. Devlet içinde geniş bir kadro ağına da sahip olduğu bilinen MHP’nin AYM’ye yönelik saldırgan tavrının temelinde bu stratejik hedef yatıyor. Bu aynı zamanda rejim içi rekabet ve sürtüşmelerin de nedenlerinden biri. MHP, Süleyman Soylu’nun tasfiyesiyle şimdilik kaybettiği önemli bir aracı, AYM ve yeni anayasa konuları üzerinden yapacağı hamlelerle telafi etme ve hedefine uygun yeni imkânlar sağlama peşindedir.

Bütün bu nedenlerden ötürü, rejim eliyle yaratılan bu son krizi ciddiye almak gerekiyor. Rejim gerçekten de “kendinden daha beter bir şeye” dönüşme eğilimindedir. Burada sözü edilen “basitçe” bir “demokrasi” sorunu değildir: Böyle bir dönüşümün bedelini en ağır biçimde ödeyecek olanlar herkesten önce işçi sınıfı, emekçiler ve tüm emek güçleridir.

Yazar Hakkında