Yunanistan’da Sürekli Devrimin Kahramanı ve Şehidi; Aris Velouchiotis

Yunanistan’da Sürekli Devrimin Kahramanı ve Şehidi; Aris Velouchiotis

MURAT YAKIN

7Temmuz 1947’de Amerikan Sosyalist İşçi Partisi’nin (SWP) gazetesi The Militant ilginç bir haber yayınladı; Birkaç hafta önce on üç Yunan Troçkistin daha tutuklandığı ve idamla yargılanacakları haberini geçiyordu gazete.

Söz konusu tutuklamalar, savaş sonrası Yunanistan’ında monarşist hükümetin anti-faşist partizanlara karşı acımasız bir iç savaş yürüttüğü dönemde, işçi sınıfı ve yoksul köylülüğe karşı yürütülen siyasi baskı dalgasının bir parçasıydı. Yunan egemen sınıfları, önceki 15 yıl boyunca yaşanan devrimci yükselişlerden geriye kalan son direniş odaklarını sönümlendirmek için kararlılıkla bitirici hamlelerini yapmaktaydı…

Yunanistan’da yüzyılın başından beri artmakta olan toplumsal huzursuzluk ve çelişmeler, ilerici ve sosyalist hareketlerin gelişmesine yol açarken, yeni kurulan sendikalar yoluyla işçilerin örgütlenmeleri de güçlenmişti. İkinci Dünya savaşına erişene dek Yunan siyasal dünyası Monarşinin ve işçi hareketi ve Komünist hareketi hedefe alan son derece baskıcı askeri diktatörlüklerin- Bunların en namlısı Metaksas diktatörlüğü idi- çalkantılarıyla geçti.

Yunanistan’ın önce İtalya ve ardından Almanya tarafından işgali muazzam bir yıkımı beraberinde getirdi. İşgal güçleri Atina’da hızla bir kukla hükümet kurdular. Bu işgal rejiminin hedef tahtasında büyük ölçüde Metaksas rejimindekilerle aynı kesimler yer alıyordu; Komünistler, sendikacılar ve herhangi bir şekilde aklından direniş geçiren herkes!

Mihver Devletleri daha en başından itibaren Yunanistan’a ucuz mal ve hammadde sağlayıcısı olarak davrandı. Yunanistan kendisine yönelik işgalin masraflarını ödemek zorunda bırakıldı ve büyük miktarda gıda ve malzeme Mihver güçleri tarafından ele geçirildi. Bu durum hızla 300.000 kadar kişinin öldüğü yaygın bir kıtlığa yol açacaktı. Acımasız ekonomik önlemler, her türlü muhalefete karşı baskı ile birleştirildi. Gerçekten de Yunanistan’daki işgalin acımasızlığı tüm Avrupa’da neredeyse eşsizdi.

Bu olağan üstü koşullar altında Yunan Halk Kurtuluş Ordusu (ELAS), 7 Haziran 1942 yılında Yunan Komünist Partisinin önderliğince kuruldu. Kuruluş amacı Yunanistan’ı işgal eden İtalyan ve Alman güçlerine karşı mücadeleydi. Direniş örgütünü Parti adına biçimlendiren efsanevi komutan Aris Velouchiotis savaş ismini kullanan Athanasios Klaras’tı.

Yunanistan Komünist Partisi -KKE- ve ona bağlı askeri cephe olan ELAS insan gücünün çoğunu sağlayan yoksul köylülükle güçlü bağlar kurmayı başardı.

Geniş çaplı ilk direniş hareketleri kuzey bölgelerinde özellikle Makedonya kırsalında Bulgaristan Krallığı’na terk edilen topraklarda filizlenmeye başladı.

Yunanistan’da işgale karşı direniş hareketi başından itibaren basit bir “Ulusal Kurtuluş Hareketi” olmaktan çıkacak ve ezilen yığınlar açısından bir iktidar sorunu dinamiği taşıyacaktı. Bu yığınlar, on yıl kadar sürecek bir olağanüstülükler dönemi boyunca alışıldık ölçütlerin ötesinde radikalleşecek, İşçi denetimi, toprak sorunu, giderek bütün ülkede mülkiyet ilişkilerinin alt üst edilmesi ve hatta ileride halk savaşlarının başarıya ulaşacağı Bulgaristan, Arnavutluk ve Yugoslavya ile birleşerek bir sosyalist balkan federasyonu oluşturulması türünden talepler direniş harekete rengini vermeye başlayacaktı.

İşin tuhaf yanı, bütün bunlar, Yunan burjuvazisinin saflarındaki sözde ilerici kesimlerle açık bir sınıf iş birliği hedefleyen ve keskin sosyalist sloganların gizlenmesini isteyen Yunan Komünist Partisi KKE’nin önderliğine rağmen yaşandı.

Dahası, KKE önderliği çoğu zaman yaşanan kontrolsüz büyümenin altında ezildi ve yerel meseleler üzerinde ya çok az kontrol sahibi oldu ya da hiç olamadı; bu sürekli olarak inisiyatifin taban kadroları ve kitlelerin ellerinde olduğu sıra dışı bir deneyimdi.

Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin (EAM) tarafından kontrol edilen köy ve kasabalarda toplum gerçek anlamda devrimci bir dönüşüm geçirdi. Adalet, burjuva devletinin eski mahkemelerinden farklı olarak halka açık, özgür ve seçkinlerin konuştuğu “Katharevousa” Yunancası yerine “Demotik”, modern yerel Yunanca ile yönetilen Halk Mahkemeleri tarafından sağlanıyordu. Toprak ve servet yeniden dağıtıldı ve genellikle yerel güç sahipleri olan şüpheli işbirlikçiler ağır bir şekilde cezalandırıldı.

Demokratik olarak seçilen halk konseyleri yerel işlerin organizasyonunu üstleniyordu. Bunlar gıda ve temel malların üretimini ve dağıtımını organize eden; ücret oranlarını belirleyen, yoksulluk yardımı, eğlence ve eğitim gibi kamu hizmetlerini yöneten ve diğer konseylerle koordinasyon sağlayarak savaş çabalarını organize eden çalışma organlarıydı.

Yunan devrimci hareketi tarafından yönlendirilen İşgalcilerden kurtuluş hareketi, aynı zamanda ataerki ve ulusal baskıdan da kurtuluş anlamı taşıyordu. Tüm devrimci hareketlerde olduğu gibi, kadınların rolü radikal bir şekilde gelişti: binlerce kadın partizan olarak direniş saflarında savaştı ve ilk kez kendi hayatları ve toplumlarının geleceği üzerinde karar vermek için gerçek bir güce sahip oldular. Yunan kadınlarına ilk kez oy hakkı veren EAM oldu.

Alman işgali sırasında önce Atina sonra da Girit’in düşmesinden sonra kral II. George ve hükûmeti Mısır’a kaçarak sürgünde bir burjuva hükûmeti kurdular. Bu hükûmet Sovyetler Birliği hariç diğer Müttefik Devletler tarafından tanındı. 

Yunan burjuvazisine gelince; İşgalin ardından çoğu çoktan Yunanistan’dan kaçmıştı. İngilizlerin kanatları altında Kral George II ile birlikte kozmopolit Kahire’ye yerleştiler ve savaşın büyük bölümünü burada birbirleriyle savaşarak geçirdiler. Ülkede kalan diğerleri ise işgal boyunca pasif bir şekilde işgal yetkililerine boyun eğdiler. KKE liderliğinin, Halk Cephesi çizgisinin dikte ettiği gibi “ilerici burjuvazi” ile bağlantı kurmak için defalarca yaptığı girişimler huzursuzca geri çevrildi. Ancak üst sınıfların çok önemli bir bölümü, özellikle direniş hareketi hızlandıkça, aktif olarak Almanların yanında saf tutacaktı.

Zamanla Yunan burjuvazisinin ülkede olası bir Bolşevik devriminden duyduğu dehşetli korkuyla hareket eden Yunan antikomünistlerinden oluşan “yamalı bohça bir ittifak” ortaya çıktı. Bu karşıdevrimci eğilim, geleneksel olarak egemen sınıfı bölen cumhuriyetçi/monarşist ayrışmasını da fiilen ortadan kaldıracaktı. Devrim tehdidiyle karşı karşıya kalan burjuvazi, farklılıklarını bir kenara bırakmaktan çok mutluydu.

Ekim 1944’te hezimete uğrayan son Alman birlikleri Yunanistan’ı terk etti ve ayın 12’sinde Yunan Halk Kurtuluş Ordusu ELAS Atina’ya girdi. Kitleler arasında, özellikle de işçi sınıfı mahallelerinde elektrikli bir atmosfer hakimdi.

Yunanistan’da gelişmekte olan derin sınıf çelişkileri bir an için coşku ve birlik duygusunun örtüsü altına giriverdi. Yıllarca süren tarifsiz fedakarlıklardan sonra, yabancı faşist işgalciler yenilmiş ve ülke kurtarılmıştı. İngilizler faşizme karşı mücadelede güvenilir bir müttefik olarak müjdeleniyordu; bu tasvir KKE tarafından pompalanıyor ve dahası Moskova’nın pozisyonunu yansıtıyordu.

Nazilerin ülkeyi terk etmesinden sonra, Yunan egemen sınıfları ve Müttefikler tarafından alınan kararlar ile ELAS tarafından alınan kararlar arasındaki çelişkiler büyüdü.  Yunanistan’da yeni düzen açıkça “Devrimcilerin” silahsızlandırılmasını baş koşul olarak dayatıyordu.

Yunanistan’daki devrimci süreç boyunca her gelişmede olayların gerisinde kalan ve SSCB’deki Stalinist bürokrasinin yapacaklarından ve dış yardımları kaybetmekten korkan Komünist Parti önderliği, egemen sınıflarla bir “uzlaşma” bulma ve bu uğurda kitleleri dizginleme arayışındaydı. 11 Ocak 1945’te, komünist güçlerin kilit bölgelerden çekilmesini içeren bir ateşkes kabul edildi. Ateşkes, Şubat 1945’te imzalanan utanç verici “Varkiza” Antlaşması’nın” temellerini attı. İmzalandığı andan itibaren uluslararası devrimci hareketin lügatinde teslimiyetle eş anlamlı olacak Varkiza Antlaşması, özünde devrimci süreçten önceki egemen eğilimleri yüceltiyordu: burjuva partilerine iktidar, komünist güçlerin silahsızlandırılması ve mümkünse imha edilmesi.

Takip eden aylarda, KKE önderliği resmi olarak “ulusal birlik” ve “demokrasi “den bahsetmeye devam ederken ve pasif bir şekilde burjuvaların ve İngiliz emperyalistlerinin aşırılıklarından şikâyet ederken, örgütsüz ve silahsız bırakılmış komünistler ve eski direnişçiler sindirildi, hapsedildi veya imha edildi.

Troçki, devrimci durumlar karşısında demokrasinin ani çöküşünü şöyle tanımlıyordu: “Demokrasi, çok güçlü ulusal ya da toplumsal düşmanlık akımlarına karşı koruma sağlayan bir emniyet şalterleri ve sigortalar sistemi olarak tanımlanabilir. . .  Sınıfsal ve uluslararası karşıtlıkların çok yüksek gerilimi altında demokrasinin emniyet şalterleri bir süre sonra kaçınılmaz olarak atar ya da patlar. Diktatörlük kısa devresinin özü budur…”

1944 sonbaharında Yunanistan’da ikili bir iktidar durumu gelişmişti. Bir tarafta ülkenin büyük bölümünü kontrol eden halk konseyleri ve kitlesel partizan orduları; diğer tarafta ise İngilizler tarafından desteklenen ve sırtını eski işbirlikçilerden oluşan bir orduya dayayan burjuva hükümeti vardı.

KKE önderliğinin siyasi eğitimi büyük ölçüde Moskova’ya fanatik bir sadakatin aşılandığı Stalinistleşmiş Üçüncü Enternasyonal’den beslenmişti. Bu önderlik, sınıf iş birliğinin iki aşamalı felaket teorisini adeta özümsemişti. Gerçek şu ki KKE önderliği, partinin ilk inşa aşamalarından başlayarak kadrolarını gerçek Marksist yöntemle eğitmek için çok az çaba sarf etmişti. 1927 gibi geç bir tarihte Kapital’in ya da Lenin’in herhangi bir eserinin Yunanca çevirisi yoktu (Birçok Marksist klasiğin sadece Yunan Troçkistler tarafından çevrilmiş olması bu nedenle hiç de şaşırtıcı görülmemeli) Parti içindeki liderliğe körü körüne bağlılık rejimi tartışma ve eleştiriyi ölümcül şekilde boğuyordu.

Varkiza Anlaşması fiyaskosundan sonra parti çizgisine muhalefetin başlıca temsilciliğini fiilen Aris Velouchiotis üstlendi. Lamia kasabasında büyümüş 1920’lerin ortalarında Komünist Gençliğe katılmış ve savaş sırasında bir partizan birliğine liderlik ederek direnişin en karizmatik liderlerinden biri haline dönüşmüştü. Erken dönemlerden itibaren iktidarın ele geçirilmesini savunmuş ve Varkiza anlaşmasına karşı çıkmıştı.

Velouchiotis, 17 Kasım 1944’te parti emirlerini çiğneyerek partizan komutanlarını toplantıya çağırdı ve onlara şiddetli bir çatışmaya hazırlanmalarını söyledi. Varkiza Antlaşması’nın imzalanmasından sonra, bir grup yandaşıyla birlikte dağlara çıkmaya ve silahlı mücadeleye devam etmeye karar verdi. Şu uyarıda bulunmuştu: “İngilizler Almanlardan bile daha kötü; eğer başarılı olurlarsa, başka bir isimle faşist bir rejim dayatacaklar.” Merkez Komiteyi silahlı güçlerini toplamaya ve İngilizlerle açıkça çatışmaya, hükümetin yanında yer alması halinde Burjuva silahlı güç EDES’i dağıtmaya çağırdı.

KKE önderliğinin bu gelişmeye yanıtı Aris’i “şüpheli bir maceracı ve dönek” olarak damgalayarak partiden ihraç etmek oldu. Bu gelişme şüphesiz, 20-25.000 parti üyesinin tasfiye edildiği parti içi muhalefete karşı yürütülen bir sürek avının bir parçasıydı. Aris Velouchiotis 1945 baharında Yunanistan’ın kırsal bölgelerini dolaşarak yeni bir partizan ordusu topladı. O Yaz İngiliz korumalı “Beyazlar” tarafından sıkıştırıldı ve 16 Haziran 1945’te faşist taburlar tarafından pusuya düşürüldükten sonra intihar etti. Askeri üstlerinde cesetleri bulunan Velouchiotis ve yardımcısı Leon Tzavelas’ın başları beyaz birliklerce kesildi ve Trikala kasabasının merkez meydanında günlerce sergilendi.

Velouchiotis’in mücadelesi, Stalinist önderliğin hatalarını telafi etmeye yönelik kahramanca ama başarısız bir girişimdi. KKE bölünmüşken, Stalisnist önderlik umutsuzca her türlü muhalefeti susturmaya çalışırken, acımasız baskının ortasında, ufukta yine kıtlık varken ve Atina’da acı ve karamsarlık tohumları eken teslimiyetin ardından, kitlesel bir hareketi canlandırma görevi devasa boyutlardaydı. Dağlardaki seyrek gerilla çeteleri aracılığıyla hareketi yeniden canlandırma çabaları kesinlikle devrimci, iyi niyetli ama politik hedefler için açıkça yetersizdi. İhtiyaç duyulan şey, KKE tabanı arasında ülke çapında ve işçi sınıfı ve şehirlere odaklanan güçlü ve örgütlü bir ajitasyondu. Bunun için Velouchiotis’in sahip olmadığı devrimci Troçkist bir sürekli devrim programına ve güvenilir ve deneyimli bir kadro tabanına ihtiyaç vardı.

Yunan proletaryasının önüne konan temel demokratik görevleri yerine getirmenin tek yolu burjuvaziyi devirmek ve yoksul köylülükle ittifak halinde iktidarı kendi ellerine almaktı ki bu da kaçınılmaz olarak devrimin sosyalist, antikapitalist hedeflere doğru kararlılıkla ilerlemesi anlamına gelecekti.

Her şey çok farklı olabilirdi. Ne var ki tarih Yunanistan’da çok farklı gelişti. Hitleri’in yenilgisinin ardından Stalin ve Churchill ‘in oluşturduğu yeni blok, çoktan dünyayı aralarında nüfuz bölgelerine göre paylaşmıştı ve buna göre Yunanistan, kesin bir şekilde İngiliz -yani kapitalizmin- nüfuz bölgesinde kalıyordu.  Yalta antlaşmasıyla resmiyet kazanan bu anlaşma gereği Stalin, KKE’ye verdiği emirlerle iktidar arayışından uzak durmasını istemişti. Bu korkunç karşı devrimci duruşun açık bir sonucu olarak hayata geçen Varkiza Anlaşmasıyla Balkan Federasyonu projesi, monarşist-burjuva-İngiliz-Amerikan ittifakına karşı verdikleri savaşta Yunan Andarte’ler (partizanlar) ile birlikte yıkıldı.

Yunanistan ve Troçkist Hareket

KKE’nin kuruluş günlerindeki ilk genel sekreterlerinden Pantelis Pouliopoulos (1900-1943) sadece Yunan Troçkizminin değil aynı zamanda uluslararası sol muhalefetin de başlıca önderlerindendi. Stalinizmin denetimine geçtikten sonra Yunan Komünist hareketinden kovulan bu büyük önder bir yandan Dördüncü Enternasyonal’in inşasının politik sorumluluklarını üstlenirken diğer yandan Yunan Troçkist hareketini EOKDE (Yunanistan Enternasyonalist Komünistler Örgütü) adlı partide tek çatı altında birleştirmeyi başarmıştı.

EOKDE saflarındaki Troçkist savaşçılar işgal karşıtı direnişin en aktif bileşenlerinden oldular. Troçkist partizanların sabotaj eylemleri direniş boyunca hayati görevlerin yerine getirilmesini sağlayacaktı. Kournovo Tüneli’nin sabote edilmesine bir cevap olarak, Yunanistan’daki Mussolini kuvvetleri tarafından 1943’te, 100’ün üzerinde Troçkist militanla birlikte kurşuna dizilenler arasında hareketin tarihsel önderi Pantelis Pouliopoulos’da bulunuyordu. Yunan Troçkist hareketinin direniş boyunca politik merkezileşme görevini yerine getiren yayını “Konserve Kuti” dergisi adını düşmana karşı konserve kutulardan üretilen el yapımı patlayıcılardan alıyordu.

Yine de Yunan Troçkistleri pek çok ülkede yaşandığı gibi Stalinist terörden fazlasıyla nasiplerini aldılar. Yunan iç savaşının kaotik koşullarında, KKE Politbüro üyesi Barzotas “800’den fazla Troçkist öldürdük” diye övünüyordu.

Yunanistan’ın kurtuluş mücadelesi sırasında gerçek devrimcilerin Stalinist güçler tarafından katledilmesi, KKE’nin kapitalizme ve emperyalizme karşı mücadeleye ihanet ettiği karşı-devrimci politikalarının korkunç bir uzantısıydı.

Uzun zamandır Kremlin’in diplomatik entrikalarının bir aracına dönüşen Yunanistan’daki Stalinistler, Savaş sonrası Stalinist Sovyetler Birliğinin sınır muhafızları ve “işçi sınıfı hareketinin frengisi” olarak rollerini teyit edecektiler.

Yazar Hakkında