KRİZ VE İŞÇİ SINIFININ AKIL SAĞLIĞI

KRİZ VE İŞÇİ SINIFININ AKIL SAĞLIĞI

Çeviri: Murat YAKIN

Bugünlerde herkes endişeli ve mutlaka etrafında depresif ya da psikiyatrik ilaç kullanan birini tanır durumda. Psişik acı, özellikle COVID-19 pandemisinden bu yana giderek daha fazla yaygınlık kazanıyor.  Bu durum, her zaman sosyal sorunlardan kaynaklanmasa da gelişme şekli ve güçlenip güçlenmemesinin içinde yaşadığımız kapitalist toplumun koşullarıyla yakından ilgili.

Bundan böyle fırsat buldukça işçi sınıfını yakından ilgilendiren   “Ruh Sağlığı” ve “Psişik Acı” konularını ele almaya çalışacağız. Bu sorun hiç kuşkusuz, işçi sınıfı ve halk yığınları üzerindeki etkilere odaklanan geniş bir alana yayılıyor.

Brezilya’daki kardeş partimiz, Brezilya Birleşik Sosyalist İşçi Partisi PSTU bu hassas konuya yanıtlar geliştirebilmek için yayın organında düzenli makaleler yayımlamaya başladı ve biz de Türkiye ile önemli paralellikler gösteren Brezilya kapitalizmi altında yaşanmakta olan depresyon ve akıl sağlığı sorunlarına kulak vermeyi önemsiyoruz.Bu satırların yazarları aynı zamanda Brezilya Birleşik Sosyalist İşçi Partisi PSTU taraftarı olan Ary Blinder, 38 yıldır SUS – Sağlık Bakanlığı- psikiyatrist ve Ana Pagamunici, klinik psikolog. Amacımız, bilimsel ve eleştirel bir toplum anlayışı temelinde düşünmeyi teşvik etmek. Metinler her iki haftada bir yayınlanacak ve okuyucuya yöneltilen bir soruyla başlayan bir diyalog başlatmak için yazarların görüşlerine dayanacak.

Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) ruh sağlığı üzerine yaptığı bir araştırmanın sonuçları hayli çarpıcı. Zira bu araştırmaya göre Brezilya, depresyon görülme sıklığında Amerika kıtasında ikinci sırada yer alıyor. Brezilya’daki yüzde 5,8’lik orana kıyasla yüzde 5,9’luk bir yaygınlığa sahip olan ABD’den sonra ikinci sıradayız. Yaygınlığımız, yüzde 4,4 olan dünya ortalamasından yaklaşık yüzde 30 daha yüksek. Dolayısıyla, Jorge Ben Jor’un şarkısında dediği gibi “Tanrı tarafından kutsanmış tropik bir ülke” olsak da depresyon hakkında konuşmamız artık bir zorunluluk.

Depresyon nedir? Esas olarak üzüntü, cesaretsizlik, perspektif eksikliği, eskiden zevkli olan faaliyetlerden zevk almama, açlık ve az ya da çok uyku değişiklikleri ile karakterize bir durumdur. Bu belirtiler bir veya iki gün sürerse depresyondan bahsetmeyiz, ancak iki haftadan uzun sürerse yardım alma zamanı gelmiş demektir.

Depresyon kadınlarda erkeklerden daha yaygın görülür ve hamilelik sırasında nispeten yaygın olması, durumu daha da karmaşık hale getirmektedir; hamilelik sırasında, özellikle de ilk üç aylık dönemde ilaç kullanımı fetüs için bir dereceye kadar risk taşıdığından tedavi daha karmaşık hale gelmektedir.

Hamilelik sırasında depresyon konusunun bir başka ciddi ağırlaştırıcı faktörü daha vardır: depresyondaki hamile kadınlar strese karşı daha savunmasız bebekler doğururlar. Araştırmalar depresif ve depresif olmayan annelerin bebeklerini karşılaştırmış ve depresif annelerin çocuklarının belirli uyaranlarla karşılaştıklarında (örneğin aşı olmak) depresif olmayan annelerin çocuklarına göre çok daha fazla kortizol (stresle ilişkili bir hormon) ürettiklerini göstermiştir. Hafiften çok şiddetliye kadar değişebilen doğum sonrası depresyon örnekleri de vardır.

Ruh sağlığındaki her şeyde olduğu gibi, depresyonu açıklamak için de çeşitli teorik modeller söz konusu. Tek nedenli modellere (sadece tek bir nedensel faktöre odaklanan) karşı dikkatli olun çünkü depresyon söz konusu olduğunda bu tip açıklamalar çoğu kez gerçeği açıklamaktan uzak kalırlar. Uzun yıllar klinik psikiyatride çalıştıktan sonra, “Biyopsikososyal” üçlüsü, nedenleri açıklamada benim için hala iyi çalışıyor.

Önemli bir biyolojik bileşen var, çünkü duygularımızdan, hislerimizden ve düşüncelerimizden beynimiz sorumlu. Ve bunlar elektrik iletimi ve nörokimyayı  içeren mekanizmaların yanı sıra salgı bezleri tarafından üretilen hormonların etkisiyle üretilmekte. Aynı ailede birden fazla depresyon vakası görülmesi oldukça yaygın olduğunda, genetik örüntü depresyonla yakından ilgili olabilir. İlaç tedavisine verilen yanıtın bile genetik bir yapısı vardır, bu nedenle aile üyelerinin aldığı ilaçlar ve bunların nasıl çalıştığı hakkında bilgi sahibi olmak çok önem kazanır.

Depresyonda Genetiğin belirleyici rolüne belirleyici bir ağırlık veren biyolojik model savunucuları, bozukluğun oluşumunda iç içe geçmiş çevresel, sosyal ve psikolojik nedenleri dikkate almazlar. Salt psikolojik ya da salt sosyal nedenlerin savunucuları da depresyonu bir bütün olarak açıklamakta başarısız olmaktadır.

Örneğin, yoksulluk, ekonomik kriz ve işsizlik faktörleri, dünya çapında depresyon oranlarındaki mevcut artışı açıklamada şüphesiz çok önemlidir. Ancak bu faktörler, zengin Güney Kore’de gençler arasında intihar oranlarının yoksul ülkelere kıyasla neden bu kadar yüksek olduğunu açıklamıyor. Bu Kore fenomeninin açıklaması muhtemelen Koreli ailelerin gençlerine yüklediği aşırı rekabet ve başarı taleplerine dayalı kültürde yatmakta.

Tamamlayıcı bir başka soru da şu olabilir; ABD’de yaşanmakta olan depresyonun yaygınlığı neden Amerika’dan çok daha yoksul ülkelerden birkaç kat daha yüksektir?

Şüphesiz sosyal faktörler oldukça belirleyici önem taşıyor. Özellikle işçi sınıfının günlük yaşamında… Örneğin Covid pandemisinde, depresyon ve anksiyete vakalarının tetikleyicisi olarak sosyal izolasyonun, iş kaybı korkusunun önemi açıktı. İşe yabancılaşmanın norm olduğu kapitalizmde, işçiler işleriyle ve çevreleriyle ilgili olarak her gün bir yabancılık, ait olmama hissiyle yaşarlar. Dolayısıyla, işsizlik bariz bir stres faktörü olsa da yabancılaşma faktörü nedeniyle, bizzat çalışma olgusunun kendisinin de depresyon üzerinde etkisi vardır.

Psikolojik faktörlere gelince, bunların dikkate alınmaması hem patolojinin dinamiklerinin anlaşılması hem de tedavi açısından fakirleştiricidir, çünkü bu unsurlar hasta ile birlikte çalışılmazsa, baskı uygulamaya devam edecek ve iyileşmeyi engelleyecek veya önleyecektir.

Tanı konusuna dönecek olursak, hafif, orta ve ağır vakalar olduğunu akılda tutmak çok önemlidir. Hafif vakalarda en iyi yaklaşım psikoterapi ve öz bakım ve sosyalleşme faaliyetleri ve davranışlarının bir sentezidir. Buna düzenli fiziksel aktivite, beslenme alışkanlıklarının iyileştirilmesi, hobiler, grup aktiviteleri (korolar, gönüllü çalışmalar, Politik ve kültürel faaliyetler) dahildir. Belki de bu noktada sendikalar, üyelerine ve ailelerine bu türden daha fazla faaliyet sunarak daha güçlü bir rol oynayabilir. Eğlenceli olmalarının yanı sıra, insanların çok aradığı (ve kiliselerin üyelerine kendi ahlak, giyim, davranış ve hatta iş kurallarıyla neredeyse ayrı bir toplum sunarak sinsice yaklaştığı) bir sosyal aidiyet duygusu da getirirler.

Sendikalar ayrıca üyelerini (ve onların ailelerini de) örgütleyerek emekçilere dönük kamusal ruh sağlığı hizmetlerinin iyileştirilmesi için hükümetin çeşitli kademelerinde baskı faaliyetleri yürütmek türünden siyasi hedeflerle de hareket etmelidir. Buna ek olarak, sendikalar aşırı çalışma saatleri, sağlıksız bir çalışma ortamı ve yöneticiler tarafından uygulanan taciz gibi, çalışanların akıl sağlıklarını yitirmelerinde etken olan çalışma koşullarının izlenmesinde hayati bir rol üstlenmelidir.

Depresyondaki kişinin arkadaşları, kişiyi dinleyerek (yukarıdan bakmaksızın ve öğüt vermeksizin) ve onu evden çıkmaya, kültürel veya politik faaliyetlere katılmaya teşvik ederek yardımcı olabilirler. Arkadaşların nasıl yardımcı olabileceğine dair genelleşmiş bir formül yoktur. Önemli olan, bir karşılama noktası olma, dinleme ve depresyondaki kişinin depresyonun neden olabileceği felç hali ve çıkmazdan sıyrılmasına yardımcı olma hedefini hiç unutmamaktır.

Orta veya şiddetli depresyon tedavisinde, tercihen psikoterapi ile birlikte antidepresan ilaçların ve bazen de duygudurum dengeleyicilerin kullanılması söz konusudur. O zaman pratik sorun başlar. SUS’ta – Brezilya sağlık bakanlığı- yeterli sayıda psikiyatrist ve psikolog bulunmamaktadır. Bu durum, her zaman belirttiğimiz gibi, sağlığa yapılan düşük kamu yatırımlarıyla doğrudan ilgilidir; bu durum, sağlığa ayrılan payın yalnızca %2’sini alan ruh sağlığı alanında daha da korkunçtur. Bu bütçe durumu, tersine çevrilene kadar, depresyon için doğru tedavileri sunacak yeterli sayıda eğitimli profesyonel olmayacaktır.

Politik Harekette sık sık ideolojik gündemlere odaklanan ve en belirleyici konu olan SUS’daki psikososyal bakım ağının hem boyut hem de sunulan bakımın kalitesi açısından genişletilmesini bir kenara bırakan bir siyasi tartışma görüyoruz. Çocuklarla, yetişkinlerle, yaşlılarla vs. ilgilenecek tek bir psikolog varken, temel sağlık birimlerine çığ gibi gelen hafif depresyon vakalarına nasıl nitelikli psikoterapi sunulabilir ki?

Orta ve şiddetli vakalarda, uygun şekilde kullanıldığında ilaç tedavisi iyi bir başarı oranına sahiptir. Başarılı vakalarda ilaç tedavisi bir süre sonra kesilebilir, ancak depresyonun tekrarlama riski vardır.

Ancak en büyük sorun tedaviye yanıt vermeyen ya da dirençli vakalardır. Rakamlar değişmekle birlikte, hastaların yüzde 10 ila 30’u psikoterapi ile birlikte alınsa bile ilaç tedavisine iyi yanıt vermemektedir. Bu durum depresyondaki kişiler, aileleri ve onlarla ilgilenmekle sorumlu profesyoneller için ciddi bir sorun teşkil ediyor.

Çalışmak istemedikleri için evden çıkamayan, konuşmak istemeyen (bu yüzden bakmakla yükümlü oldukları aile üyelerini ihmal eden) insanlardan bahsediyoruz; intihar girişiminde bulunup ölen ya da bazen hayatlarının geri kalanında ciddi sekellerle baş başa kalan hastalardan bahsediyoruz. Brezilya’da yılda 14.000 intihar vakası yaşanıyor ve bu vakalar intihara teşebbüs eden kişinin yakınları ve bazen de arkadaşları için çok ciddi duygusal sonuçlar doğuruyor.

Sonuç olarak ve konumuza (yani bir depresyon ülkesi olarak Brezilya’ya) geri dönersek, en çok vurgulamak istediğim şey depresyonun yaygınlaşan bir hastalık olduğu, tedavisi olduğu, tedavinin sağlık sistemi içinde nitelikli profesyoneller tarafından yürütülmesi gerektiği, tedavinin Anayasa tarafından güvence altına alınmış kamusal bir hak olduğu, ancak bu sosyal hakkın, Sağlık bakanlığının yetersizlikleri nedeniyle sürekli tehdit altında olduğudur.

Sendikalar ve diğer politik kuruluşlar bu sürecin üzerine gitmek açısından stratejik bir ol üstlenebilirler. En önemlisi de Sağlık Bakanlığı’na daha fazla kamusal kaynak aktarılması için mücadele ederek ya da sosyal faaliyetler ve aidiyet duygusu adına alternatifler sunarak yardımcı olabilirler; arkadaşlar ve aile de dinleyici bir kulak sunarak, hastayı hareketsizlikten kurtararak ve tedaviye götürmeye yardımcı olarak yardımcı olabilirler. Herkesin yardımcı olmak için yapabileceği bir başka şey de psikolojik veya psikiyatrik tedavi arayarak önyargı ve damgalanmayı azaltmaktır. Bir ruh sağlığı uzmanına gitmek, hipertansiyon veya diyabet tedavisi için doktora gitmekle aynı şekilde görülmelidir. Önyargı, benim üniversitede olduğum 40 yıl öncesine kıyasla azalmış olsa da özellikle yaşlı insanlar için hala sınırlayıcı bir faktördür.

Bu metnin amacı, depresyona, olası nedenlerine, mevcut tedavilere ve tüm bunların içinde yaşadığımız toplum türüyle ve kapitalist rejimle nasıl bağlantılı olduğuna, kapitalizmin emeğin yabancılaşmasından, birbirini izleyen hükümetlerin sonu gelmeyen mali düzenlemelerde uyguladıkları bütçe kısıtlamalarına kadar tüm bunları nasıl etkilediği açısından hızlı bir genel bakış sunmaktı.

Yazar Hakkında