Yazan: Alicia Sagra Çeviri: Murat Yakın
Bu yıl Nahuel Moreno’nun doğumunun 100. Yılı. Ölümünün 30. yıldönümünde Ricardo Napurí şöyle diyordu: Binlerce ve binlerce eylemci ve militanın hala “Morenist” olduğunu iddia etmesi, onun siyasi düşüncesinin ne denli canlı olduğunun bir işareti.
Düşüncesinin canlılığının bir başka göstergesi de Arjantin’deki PO ve PTS gibi örgütlerin bugüne kadar devam eden saldırıları olduğunu eklemek gerekir.
Ernest Mandel onun hakkında şöyle demişti: “İkinci Dünya Savaşı sonrası, çok zor koşullarda Leon Troçki’nin mücadelesinin sürekliliğini sağlayan bir avuç Troçkist önder kadronun son temsilcilerinden biriydi”. Ve birçoğumuz hala bu görevi en iyi şekilde yerine getirenin Moreno olduğunu düşünüyoruz.
Nahuel Moreno kimdi ve onu zamanının Troçkistlerinden ayıran ve kalıcılığını açıklayan şey neydi?
Moreno çok yönlü bir kişilikti, bu nedenle onu anmak için, Peronizmin ve faşist gerillacılığın doruk noktasında, Latin Amerika’daki en büyük Troçkist parti olacak Arjantin PST’si gibi partiyi muazzam bir bir işçi sınıfı ağırlığıyla neredeyse “taşın suyunu çıkararak” inşa eden işçi sınıfı devrimcisinin neden o olduğu sorusunun üzerinde durmalıyız.
Ya da bağrından LIT-CI’yi çıkartacak uluslararası akımın kurucusu olarak rolüne, Brezilya, Peru, Bolivya ve Kolombiya’daki partilerin inşasındaki rolüne atıfta bulunabiliriz…
Bir kadro eğitmeni olarak rolünü ve kadın kadroların eğitimine verdiği önemi vurgulayabiliriz. Onun eğitim çalışmalarını, gayri resmi konuşmalarını ne kadar sevdiğimizi, herhangi bir profesör tonu kullanmadan Marksizm anlayışında ve genel kültür bilgisinde ilerlememizi nasıl sağladığını anlatabiliriz.
Onunla birlikte mücadele etme ayrıcalığına sahip olan bizler için, onun insani yönlerini, büyük dinleme kapasitesini, yoldaşlarının yaşadığı farklı sorunları anlayışla karşılamasını hatırlamamak mümkün değildir. Bu özellikleri ona sadece saygı duyulmasını değil aynı zamanda çok sevilmesini de sağladı ve farklı yoldaşlar tarafından sık sık sırdaş olarak arandı. Hepimiz onun müthiş mizah anlayışını, kendine gülme yeteneğini iyi hatırlıyoruz. Siyasi tartışmalar nedeniyle bazen çok gergin geçen toplantıları kardeşçe bir şekilde, kahkahalarla sona erdiren şakalarını unutmak mümkün değil.
Devrimci iyimserlik onun kişiliğinin bir parçasıydı, ancak bu onun marjinalliğimizi, bunun ima ettiği zayıflığı ve kestirme yollar arayarak değil, devrimci programı işçi sınıfına götürerek aşma ihtiyacını asla gözden kaçırmasına neden olmadı.
1960’larda Peru’daki köylü-yerli devrimini ve onu her zaman büyük öğretmeni ve lideri olarak gören Hugo Blanco’nun rolünü hatırlayabiliriz. Ya da Moreno ve Simón Bolívar Tugayı hakkında konuşabiliriz. Ya da Malvinas Savaşı’ndan ve Britanya’nın yenilgisi ve Arjantin’in zaferi için yürütülen büyük uluslararası kampanyadan, bugün dünya anti-emperyalist öncüsünün mirası olan Dış Borcun Ödenmemesi sloganının geliştirilmesinden…
Muhtemelen başka yoldaşlar da Arjantin’de onun kurucusu olduğu PST’nin 1970’lerde kürtajın yasallaştırılmasını kamuoyu önünde ilk savunan parti olduğu gerçeğine değinecek ve 1970’lerde Eşcinsel Kurtuluş Hareketi’nin öncülerini kazananın Moreno’nun partisi olduğuna ve uzun yıllar bu hareketi destekleyen tek parti olduğunun kamuoyu önünde kabul edilmesine atıfta bulunacaklardır.
Demokratik merkeziyetçilik çerçevesinde devrimci etiği ve parti demokrasisini sürekli savunması da vurgulanabilir. Ve bu etik anlayışın, örgütün geri kalanı zarar görmeden en korkunç işkencelere katlanan Arjantin PST’sinin hapsedilen, kaybolan ve öldürülen 200’den fazla militanıyla nasıl trajik bir şekilde yansımasını bulduğundan söz etmekte mümkün.
Moreno’nun yaşamındaki bir diğer merkezi nokta, bir uluslararası devrimci önderliğin inşası için ve IV. Enternasyonal’in yeniden inşası adına “ortodoks Troçkizmin ” tutkuyla savunusu ve revizyonizme karşı verilen sürekli mücadeleydi: Bunun İlk eldeki yansımaları saflarımızda “Pabloculuk” olarak anılan akıma ve bu akımın politik Stalinizme teslimiyetine karşı yürütülen mücadele ; Lora ile yüzleşme ve Revizyonizmin 1952 Bolivya devrimine gerçek bir ihanet olan MNR hükümetine eleştirel desteğine ve 1970’lerde FRA’ya halkçı-cepheci yaklaşımına karşı mücadele; 1970’lerde Ernest Mandel’in geliştirdiği gerillacı ve öncücü sapmaya karşı mücadelesi olarak sıralanabilir.
Moreno açısından “ortodoks Troçkizm” ile yaşanan bu özdeşleşme, hiçbir anlamda dogmatizm ya da putperestlik anlamına gelmiyordu. Dolayısıyla, Üçüncü Enternasyonal’in IV. Kongresi tarafından oylanan Doğu Tezleri ve Sürekli Devrim Tezleri ile ilgili olarak yaptığı gibi, ustalarında gördüğü hatalara işaret etmekten asla çekinmedi.
Aynı şekilde, Amerikan SWP’sinin kadın sorununa ilişkin tutumuna ve özerk bir kadın hareketinin inşası çağrısına karşı mücadele etmekte tereddüt etmedi. Tüm bu yönler Moreno’yu kendi tarzında olduğu gibi tanımlamaktadır.
Tüm bu yönler Moreno’yu tanımlıyor ve onu büyük bir lider olarak sahiplenmemizi sağlıyor. Ancak ben onun kişiliğinin bir başka özelliğini vurgulamak istiyorum ki bu bana göre onun büyüklüğünün merkezi yönüdür ve onu hem kendi dönemindeki hem de daha sonraki Troçkist liderlerden ayıran ve üstün kılan özelliktir.
Hataların kalıcı olarak tanınması ve düzeltilmesi
Moreno tutkulu bir insandı. İşçi sınıfının inşasına, mücadelelere, devrimlere, Marksizm çalışmalarına, bilimdeki ilerlemelere, spor müsabakalarına tutkuyla bağlıydı. Ama hiçbir zaman fikirlerine âşık olmadı, hiçbir zaman bir belgeyi nihai belge olarak görmedi. Aksine, şöyle dediğini duymak yaygındı: Ben bir dahi değilim; tüm hayatımı yanlışlar yaparak yaşadım.
LIT-CI’nin kurulduğu Ocak 1982’de şöyle diyordu: “…. Troçkist hareketin liderleri kendilerini asla yanılmayan devler olarak görüyorlardı. Bu arada, onların önderliği altındaki Troçkizm acınacak haldeydi…”.
“…Her zaman ‘Şaşmaz dâhiler’ arasında yürüme deneyimi, bizi tabanımız hakkında dolaylı olarak propaganda yapmaya ve onları çok yanıldığımıza, kendi başlarına düşünmeleri gerektiğine, çünkü önderliğimizdeki dâhilerin söylediklerinin bir garantisi olmadığına ikna etmeye yöneltti. Eğitiminde taşralı ve kültüründe barbar olan mütevazı bir önderliğe dini bir inanç değil, özeleştirel, Marksist bir ruh aşılamak istiyoruz. Bu nedenle iç demokrasiye inanıyor ve bunu vazgeçilmez bir gereklilik olarak görüyoruz. … Geçmişte sıkça hatalar ve darbelerle ilerleme kaydettik ve bunu söylemekten utanmıyoruz”.
Bu sadece basit bir açıklama değil, gördüğü hataları kabul edip düzeltmekle kalmayıp bunları kamuoyuna açıkladığı eylemlerle ilgiliydi. Birkaç örnek vermek istiyorum.
Filistin politikasına ilişkin özeleştiri
Arjantin’de çıkartılan Avanzada Socialista dergisinin 79 numaralı sayısında, 6 Gün Savaşı’na ilişkin (1967) partimizin pozisyonunun Ortadoğu Sosyalist Federasyonu çerçevesinde Yahudi halkının kendi kaderini tayin hakkını tanımak olduğu vurgulanmaktaydı, ancak “Partimizin önderliği, Yahudilerin kendi kaderlerini tayin etme ve Filistin’de kendi devletlerine sahip olma hakkı ile ilgili olarak bu pozisyonu yeniden tartışacak ve gözden geçirecekti.
“Yapılacak en doğru şeyin, şu anda Siyonist devlet tarafından işgal edilen topraklar üzerinde, Filistin’de bir devlet kurulmasını desteklemek olduğunu anlıyoruz.
Siyonist devlete karşı laik, ırkçı olmayan ve tüm sakinleri için geniş demokratik haklara sahip tek bir Filistin devletinin kurulmasını destekliyoruz”
Aynı makalede, kendi kaderini tayin hakkı ezen uluslar için değil ezilen uluslar için geçerli olduğundan, yukarıdaki pozisyonun büyük bir hata olduğu açıkça belirtilmekteydi.
Küba devrimi ve önderliğine ilişkin özeleştiri
Troçkist hareket içindeki hiçbir akım bu yeni ve karmaşık olguya [Küba devrimine] ilkeli bir tutumla yanıt veremedi. Hiç kimse aşağıdaki kapsamlı ve ilkeli analizi yapamadı: Burjuvazinin mülksüzleştirilmesiyle Küba bir işçi devletine dönüşmüştü; ancak bu devrim askeri şekilde organize olmuş küçük burjuva bir önderlik altında, son derece milliyetçi (her ne kadar milliyetçiliğinin o dönemde Latin Amerikancı olduğu için ilerici yönleri olsa da) bir şekilde gerçekleştirildiği için, yeni işçi devleti doğuşundan itibaren bürokratikleşmişti ve bu nedenle, önce 26 Temmuz Hareketi ve daha sonra Küba Komünist Partisi küçük burjuva veya bürokratik partiler olduğu için, siyasi bir devrim ve Troçkist bir partinin inşası bir tür zorunluluktu.
Dördüncü Enternasyonal’in 1963’teki yeniden birleşmesinin özeleştirisi
Moreno, 1964’te Dördüncü Enternasyonal Birleşik Sekretaryasını doğuran yeniden birleşmeye eleştirel bir şekilde dahil oldu. Sürece yönelik eleştirisi, daha önce bir değerlendirme yapılmamış olmasıyla ilgiliydi. 1980 yılında şunları ileri sürdü:
Pabloculuk ve Mandelcilik için Küba devrimi, revizyonizmlerini, Troçkist partiler inşa etme ihtiyacını reddetmelerini güçlendirmek ve canlandırmak için muhteşem bir fırsat sundu. Revizyonizm, daha önce Stalinizmin ellerine bıraktığı sosyalist devrime önderlik etme görevini Castroculuğa devretme fırsatı buldu (…) SSCB ile Çin arasındaki kopuş, Uluslararası Sekreterliğin bir süreliğine Maoculukla ilgili benzer bir şey öne sürmesine yol açtı. İşin ciddi yanı, SWP’nin Castroculuk söz konusu olduğunda Troçkist program ve analizin bu revizyonunu tamamen kabul etmesi, ancak Maoculuğa ulusal bir Stalinist varyant olarak haklı nedenlerle karşı çıkmaya devam etmesidir.
SWP, BS ile birleşmeye bu şekilde gitmektedir.
Küba’nın bir işçi devleti olarak doğru bir şekilde tanınması gibi birçok doğru ve ilkeli programatik ifadenin temelinde, Castroculuğa derin bir teslimiyet ve Troçkizmin varlık nedeninin terk edilmesi gizlidir: Küba’da ve Latin Amerika’nın geri kalanında, yeni bir işçi devletinin başındaki bu küçük burjuva akımla, yani Castroculukla, Kübalı işçilerin ona karşı siyasi bir devrim başarılana kadar mücadele etmek için Troçkist bir parti inşa etme zorunluluğu başat bir gerçekliktir. Gerçekleşen birleşmenin siyasi temeli revizyonist bir anlaşmaydı: Troçkizmin ve işçi hareketinin düşmanı olarak Castrocu önderlikle mücadele etmemek.
Devrimin toplumsal öznesine ilişkin özeleştiri
“Hayatımın bu aşamasında, işçi hareketinin yanında durmak anlamında ‘sekterliğimizin’ tamamen doğru olduğuna ikna oldum. Tarihsel ve sınıfsal süreci aldatmak mümkün değil. Köylü hareketi bizi iktidarın fethine götürse bile, bir işçi demokrasisi inşa edemeyiz. Köylülük temelinde demokrasi ile sosyalizme varmak mümkün değildir; bu Marksizmin keşfettiği ve tarihin doğruladığı yasalara aykırıdır. Ortaya çıkan siyasi üstyapı, iktidarı ele geçiren sınıfa uygun olacaktır (…)
Siyasi hayatım boyunca, örneğin Küba Devrimi’nden doğan rejime sempatiyle baktıktan sonra, bizim iktidara gelmemizi yirmi ya da otuz yıl ertelese bile devrimci sınıf siyasetine devam etmenin gerekli olduğu sonucuna vardım. Biz gerçekten iktidara gelecek olanın işçi sınıfı olmasını arzuluyoruz, bu yüzden ona önderlik etmek istiyoruz.”
Bunlar Moreno’nun gördüğü, kamuoyu tarafından kabul edilen ve düzeltilen pek çok hatadan sadece birkaç örnek. Diğer bir dizi yanılgısının sonuçlarını ise hiç görmedi ve ölümünden sonra gerçekler bunları açıkça ortaya koydu; Politik devrime ilişkin yanlış öngörüsü, Çin’de 70’lerde gerçekleşen restorasyon sürecini ya da Rusya’da aynı sürecin başlangıcını görmemiş olması gibi deneyimlerden bahsediyoruz.
Moreno son değerlendirmelerinde, “Troçkizmin özünün uluslararası sosyalist devrim olduğu” ve buna iki kategorinin daha eşlik ettiği sonucuna varmıştı: “işçi demokrasisi (…) işçi sınıfının kendi organizmaları aracılığıyla kendisini demokratik olarak ifade etmesini ve bu demokrasiyi kullanarak iktidarı almasını istiyoruz (…) Ve bunun bir yan ürünü olarak, işçi sınıfının demokratik örgütlerine önderlik eden ve onlara liderlik eden partinin de demokratik olmasını istiyoruz (…)
Bunu söylüyorum çünkü söylediğim tüm bu teori LIT-Cİ’yi çok önemli bir soruya götürüyor: Bizler işçi demokrasisi için proletarya diktatörlüğü rejiminin koşulsuz savunucularıyız (…) Üçüncü şey ise toplumsal bir olgudur: geri dönmesi gereken, yeniden toplumsal mücadele sürecinin öncüsü olması gerekenin işçi sınıfı olduğuna inanıyoruz.”
Bu tanımdan ve bu perspektiften hareketle, Moreno’nun mücadelesini sürdürmeye kararlıyız ve gerekli programatik güncelleme göreviyle yüzleşmek niyetindeyiz. Bunu da ustamızın bize bıraktığı ve benim onun en büyük miraslarından biri olarak gördüğüm yöntemle yapmalıyız: Ustalarımızın önermelerini detaylı ve derinlemesine, eleştirel bir ruhla, herhangi bir putperestliğe kapılmadan incelemek, bunları gerçeklikle karşılaştırmak ve buradan hareketle gerekli değişiklikleri ve güncellemeleri yapmak.