Portekiz’de Karanfil Devrimi’nin 50 yılı: Işçi sınıfı öncülüğü üstlendiğinde…

Portekiz’de Karanfil Devrimi’nin 50 yılı: Işçi sınıfı öncülüğü üstlendiğinde…

Joana Salay yazdı Çeviren: Murat Yakın

Elli yıl önce bu ay, Avrupa kıtasının en eski Faşist diktatörlüğü çöktü. Silahlı Kuvvetlerin orta kademeleri tarafından yönetilen bir askeri isyan, Salazar’ın köhnemiş kolonyal rejimini devirdi ve halk kitlelerinin diktatörlüğün yıkılışını selamlaması için sokakları yığınlara açtı.

Şüphesiz her olağanüstü gelişme gibi, Portekiz’de yaşanan devrimci süreçte, bugün hala güncelliğini koruyan politik sorunları ve tartışmaları beraberinde getirdi. Özelikle de Dördüncü Enternasyonal saflarında Ernest Mandel, Livio Maitan, Horowitz ve Nahuel Moreno arasında MFA hareketinin sınıf karakteri, Portekiz devriminin izleyeceği seyir ve örgütsel tutumlar konusunda ciddi tartışmalar yaşandı.

Nahuel Moreno MFA’nın şekillendirmeye çalıştığı yeni rejimi 1917 Rusya’sındaki Kerenski hükümetiyle karşılaştırmayı tercih ediyordu. Moreno’nun Menşevikler ve sosyal-devrimcilerle karşılaştırdığı KP ve PSP gibi reformist önderliklerin karakterizasyonu;  küçük burjuvaziyi temsil eden, işçi sınıfına tuzak kurmaya ve devrimci süreci saptırmaya çalışan MFA’nın neyi temsil ettiği ve karşıdevrimle nasıl yüzleşileceği; demokratik bayrakların sosyalist bayraklarla birleştirilmesi; Rus Devrimi’nde Sovyetlerin oynadığı rolü üstlenecek, mevcut komiteleri merkezileştirecek işçi iktidarı organizmalarının oluşturulması ihtiyacı, yani Bolşeviklerle paralel bir biçimde iktidar sorununu ortaya koyuşu onun “Portekiz devriminin” maddesine dönük çizgisinin ana hatlarını oluşturmaktadır.

1975 yılında Portekiz devriminin olasılıkları içinden, Komünist Parti’nin müttefiki MFA ve Mario Soares’in Sosyalist Partisi ile birlikte geliştirdiği hain çizgi galip geldi. Devrim Süreci rayından çıkarıldı ve iktidar organları dağıtıldı. Burjuva demokrasisi ve AET’ye ve daha sonra Avrupa Birliği’ne teslimiyet dayatıldı. Oysa her şey çok farklı gelişebilir, şimdi çok daha farklı bir dünyada yaşıyor olabilirdik.

MURAT YAKIN

25 Nisan 1974’te saat 00:20’de Renascença – Yeniden doğuş- radyosunda Silahlı Kuvvetler Hareketi (MFA) tarafından planlanan askeri darbe operasyonunu başlatmak için bir sinyal olarak “Grândola, Vila Morena” adlı direniş marşı yayınlandı. O gece askeri güçler Marcelo Caetano rejimini devirmek amacıyla Lizbon’daki stratejik noktaları işgal etti.

Halkı kontrol altına almak için radyo mesajları yayınlandı, MFA “halktan sakin olmalarını ve evlerine dönmelerini istedi. Ancak, sabah 8.45’e gelindiğinde, darbe girişimcileri “sivil nüfusun birkaç kez yapılan evde kalma çağrısına uymadığını” zaten kabul etmişti. Yıllarca süren baskının ardından halk sokaklara döküldü. Batı Avrupa’daki son devrim olan Portekiz devrimi başlamıştı…

Emperyalist ama son derece geri kalmış bir ülke

Salazar tarafından 1933 yılında kurulan faşist rejim, “Estado Novo” olarak bilinen Avrupa’daki en uzun diktatörlüktü. Portekiz çok geri kalmış bir ülkeydi, ancak yine de sömürgelerini sürdürüyordu. Devrimden önce Portekiz nüfusunun %25,7’si okuma yazma bilmiyordu, yaklaşık %70’i hiç okula gitmemişti ve açlık ve yoksulluk yaygındı.

Sömürgeleri korumak ise rejim için bir ölüm kalım meselesiydi. Ve böylece, 1959’da Gine-Bissau’da başlayan ve hızla Angola ve Mozambik’e yayılan sömürge karşıtı mücadele karşısında Portekiz devleti tüm güçlerini 14 yıl sürecek bir sömürge savaşına soktu. Bu durum toplumsal krizi hızlandırdı ve metropolde siyasi bir kriz başlattı.

1973’te bağımsızlığını ilan eden Gine-Bissau’daki askeri yenilgi, binlerce askerin bağlılık yemini etmeyi reddetmesi ve parçalı da olsa savaş planlarıyla çatışan taleplerle ifade edilen silahlı kuvvetlerdeki krizi şiddetlendirir.

Kitleler ülkenin kaderini kendi ellerine alıyor

Sömürge savaşındaki çıkmazı çözmek için MFA adlı oluşum, Marcelo Caetano’yu devirmek amacıyla 25 Nisan darbesine doğru ilerledi, ancak söz konusu örgütün üyeleri sürecin daha ileri gitmesini istemiyorlardı. General Spinola tarafından temsil edilen büyük burjuvazinin bir kısmının planı, sömürgelerde müzakere edilmiş bir çözüm, yeni sömürgeciliğin kurulması, ordudaki krizin çözülmesi ve ayrıcalıklarının korunmasıydı. Ancak devrim, Portekiz burjuvazisinin tüm planlarının kontrolü dışına çıktı.

Devrim, diktatörlüğün devrilmesi, Kurucu Meclis’in toplanması ve baskıcı yapıların dağıtılması gibi demokratik taleplerle başladı. Şirketlerde ve okullarda işçiler ve öğrenciler muhbirlerini ve cellatlarını kovaladılar. Göstericiler siyasi tutukluların serbest bırakılması için Lizbon’un dış mahallelerindeki Caxias hapishanesine gittiler.

Devrim, kârlarını arttırmak ve grevleri bastırmak için devlet baskısından yararlanan Estado Novo ile derin bağları olan büyük Portekizli burjuva ailelere karşı kaçınılmaz bir süratle ilerledi. 1 Mayıs 1974’te ücret artışı talebi ortaya çıktı ve bir grev dalgasını tetikledi.

Devrimin öncüleri (işçiler, ücretli tarım çalışanları ve gençler) işçi, halk, köylü ve asker komiteleri gibi kendi örgütlerini kurmaya başladı. Komiteler mücadelenin yönünü belirliyor, aynı zamanda ev inşa etmek, işyeri işletmek, okul, kreş, doktor muayenehanesi açmak, toprak işgal etmek gibi gündelik sorunları da çözüyordu.

Eski rejimin kurumları çökerken, işçi sınıfının ve halkın yeni kurumları oluşuyor, bu da hala oluşum aşamasında olan burjuva-demokratik kurumların karşısında etkili bir ikili iktidar oluşturuyordu.

Karşı-devrimci darbe girişimi

Burjuvazi bir yandan işçi ve sosyalist devrimin ilerleyişini durdurmak, diğer yandan da kendi çelişkilerini çözmek gibi bir zorlukla karşı karşıyaydı. Yeni Cumhurbaşkanı António Spinola, sömürgelerle ayrıcalıklı ilişkileri sürdürmek için otoriter ve baskıcı bir çözüm arayışındaydı.

Spinola, Kurucu Meclis’e karşı otoriter bir başkanlık seçimini savunarak 28 Eylül 1974’te bir gösteri çağrısında bulundu. Kitleler tepki gösterdi ve Spinola devrildi. Başkanlıktan uzaklaştırılan Spinola, karşı devrimci güçleri örgütlemeye çalıştı. 11 Mart 1975’te karşı devrimci darbe girişimi, kurulan barikatlar nedeniyle başarısız oldu. Spinola, devrime karşı komplo kuran büyük burjuvaziyi de yanına alarak kaçtı.

Karşı-devrimci darbe girişiminin yenilgiye uğratılması, stratejik sektörlerin kamulaştırılması, işgaller, işçi komitelerinin güçlendirilmesi ve üretimin işçiler tarafından kontrol edilmesi yönünde ilerleyen işçi sınıfını daha da güçlendirdi. O dönemde devrimin ufku, sosyalizmin ve sömürü ve baskının olmadığı bir toplumun inşasıydı.

Geçici hükümetler ve devrimin önünde bir engel olarak halk cephesi

Devrimci süreç boyunca, burjuvazi tarafından yönetilen, MFA ve reformist işçi partilerinden (PS- Sosyalist Parti -ve PCP-Komünist Parti-) oluşan birkaç geçici hükümet vardı. Nahuel Moreno, Temmuz 1975’te yazdığı Portekiz’de Devrim ve Karşıdevrim adlı kitabında MFA-PS-PCP hükümetini bir halk cephesi hükümeti olarak analiz eder. Bu, devrimin derinliğinin ve aynı zamanda sınıf uzlaşması projesinin bir belirtisiydi.

Burjuvazinin halk tabakaları ve yığınlar arasında etkili olan PS, Avrupa sosyal demokrasisini ve onun emperyalist hükümetlerini temsil eden Geçici Hükümetlere müdahale ettiyse, işçi sınıfı arasında daha fazla yer edinen PCP, Sovyet bürokrasisinin dünya çıkarlarına yanıt vererek devrimi kontrol altına almak için mücadele etti.

Farklı geçici hükümetlerde, PS ve PCP, devrimi saptırmak için farklı projeleri temsil etmelerine rağmen, grev yasası, sivil el koyma yasası, üretim savaşı gibi işçi hareketini kontrol etmek için çeşitli baskıcı önlemleri ve tedbirleri onaylayacaktı. Burjuva demokrasisinin konsolidasyonunda ilerlemek için önce ikili iktidarı yenmek gerekiyordu.

25 Kasım’da Silahlı Kuvvetlerin ikili iktidarına yapılan darbe

25 Kasım (1975), Silahlı Kuvvetlerdeki yeniden yapılanma ve baskı politikasına tepki olarak askeri birliklerin ayaklanma girişimiydi. Burjuvazi bu anı bastırmak ve ordudaki ikili iktidara son vermek için kullandı, PCP silah istemek için karargâha giden militanlarını darbeye direnmemeye çağırdı ve ordudaki komuta hiyerarşisi yeniden kuruldu.

Her ne kadar girişim, devrimin en radikal unsurlarından biri olan silahlı kuvvetlerdeki ikili iktidarın sonunu getirmiş olsa da ülkedeki diğer ikili iktidar unsurlarına hemen son vermedi. Kırsal kesimdeki işgaller ve işçi kontrolü hala temel bir dinamik olarak varlığını sürdürüyordu. Burjuvazi için bir ilk zafer söz konusuydu ve sonuç olarak yeni bir güç dengesi dayatıldı. Ancak devrim yenilmiş değildi.

Nihai yenilgi için, Portekiz’de burjuva demokrasisinin konsolidasyonu için CP ve SP arasında yeni bir anlaşma imzalandı. 1976 yılında yeni anayasa onaylandı ve Cumhuriyet Meclisi için ilk seçimler yapıldı.

Devrimin kazanımları

1976 Anayasası, devrimci dönem boyunca kitle hareketinin kazandığı birçok zaferi güvence altına alacaktır. Örnek olarak evrensel, kamusal ve ücretsiz sağlık ve eğitim hakkı; bankalar ve diğer stratejik sektörlerde olduğu gibi devrim döneminde gerçekleştirilen kamulaştırmaların sürdürülmesi; grev hakkı, İşçi ve Halk Komitelerinin kurumsal olarak kutsanması; diğer ülkelerle karşılaştırıldığında çok daha kapsamlı olan siyasi özgürlükler verilebilir.

Bu demokratik haklardan bazıları bugün hala yürürlüktedir. Bir siyasi partiyi yasallaştırmak Brezilya’dakinden çok daha basit ve daha az bürokratiktir. Seçimlerde, parlamentodaki ağırlıklarına bakılmaksızın tüm adaylar eşit televizyon süresine sahiptir. Partiler yıl boyunca sokaklarda, açık alanlarda ve afişlerle siyasi reklam yapabilmektedir.

Evrensel sağlık ve eğitim ile sosyal refah devletinin inşası, okuma yazma bilmeyenlerin oranının şu anda %3,1 olmasını, bebek ölüm oranının dünyadaki en düşük oranlardan biri olmasını sağladı ve pandemiye karşı merkezi emperyalist ülkelerinkinden çok daha etkili bir merkezi müdahaleye olanak tanıdı. Kira fiyatları on yıllar boyunca donduruldu.

Devrimin başaramadığı şey…

Devrimin kazanımlarını güvence altına alan ve “Portekiz’in sınıfsız bir topluma dönüşmeye kararlı egemen bir Cumhuriyet (…)” olduğunu ve “sosyalizme geçiş” sürecinden geçtiğini teyit eden aynı anayasa, “herkesin özel mülkiyet hakkının ve bunun yaşamda ya da ölümle intikalinin güvence altında olduğunu” da teyit ediyordu.

Dolayısıyla, devrimci laf kalabalığına rağmen, anayasa kapitalist toplumsal ilişkilerin savunulmasının hizmetindeydi. Özü, devrimin yenilgisinin büyük projesi olan burjuva demokrasisinin kurumlarını garanti altına almaktı. Bir işçi devletinin inşası yolunda ilerlemeyerek sosyalist devrim yenilgiye uğratıldı.

Devrimci sürecin 18 ayı boyunca Portekiz emperyalizm için büyük bir tehditti, çünkü işçi sınıfı bu süreçten zaferle çıkarsa, Avrupa düzeyinde güçler korelasyonunu değiştirecek ve devrimi ön plana çıkararak Mayıs 1968’de yakılan ateşi yeniden alevlendirecekti. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, ABD emperyalizmi devrimci süreci kontrol altına almak için harekete geçti ve ABD büyükelçisi Frank Carlucci, SP lideri Mário Soares ile düzenli olarak bir araya geldi. Spinola’nın karşı devrimci girişimlerini destekleme politikasının başarısızlığa uğramasının ardından, ABD ve uluslararası emperyalist burjuvazi devrimi yenmek için “demokrasi” yolunu seçmeye karar verdi.

İlerlemeyen her şey geriye gider

SP ve KP arasındaki gerici pakt, devrimi saptırmaya ve Portekiz’de burjuva demokrasisini sağlamlaştırmaya hizmet etti, ancak istikrarın sağlanması zaman alacaktı. Devrimci dönemde elde edilen kazanımlar ancak 15 yıl sonra tersine dönmeye başladı. 1976 ve 1986 yılları arasında ülkede 10 hükümet görev yaptı. Devrim sürecinin bir ürünü olan grevler ve çatışmalar devam etti; ancak 1986’da Avrupa Ekonomik Topluluğu’na girdikten sonra grev sayısında ciddi bir düşüş yaşandı.

Avrupa Birliği’ne (AB) giriş, Portekiz’de neo-liberal planların uygulanması anlamına geliyordu; birbirini izleyen hükümetler, ana sendikalara liderlik eden PCP’nin suç ortaklığıyla, çeşitli hak kesintileri ve şirketlerin özelleştirilmesini dayattı.

2008’deki ekonomik kriz ve Troyka’nın (IMF, Avrupa Merkez Bankası ve Avrupa Komisyonu) Portekiz’deki eylemleri, kazanımların ortadan kaldırılmasında ve Portekiz’in diğer Avrupa ülkeleriyle ilişkilerinde bir sıçrama oldu. Ekonominin stratejik sektörlerinin özelleştirilmesi tamamlandı ve yabancı sermayeye devredildi, Portekiz sermayeli son büyük bankanın faaliyetlerine son verildi, kamu hizmetlerinde yatırımı kesme çizgisi bir sıçrama yaptı, kiraların dondurulmasına son verildi, işçi sınıfının birçok hakkı elinden alındı ve AB’nin Portekiz ekonomisinin gidişatına doğrudan müdahalesi bir kural haline geldi. Ülke şu anda düşük ücretler ve yüksek hayat pahalılığından kaynaklanan ciddi bir sosyal krizin yanı sıra hükümet istikrarsızlığından kaynaklanan ciddi bir siyasi kriz yaşamaktadır.

Gerici güçlere karşı verilen mücadele bile gerilemeye başladı. Son ulusal seçimlerde, Salazar’ın “Tanrı, Vatan ve Aile” sloganıyla aynı sloganı kullanan aşırı sağ oyların %18’ini kazandı. 2023 yılında mevcut Cumhurbaşkanı Marcelo Rebelo de Sousa’nın António Spinola’nın yerine geçmesi, mevcut rejimin geçmişin karşı-devrimci güçleriyle olan yakın ilişkisini göstermektedir.

Bu bağlamda, Portekiz’deki reformist partilerin (BE ve PCP) yaptığı gibi burjuva demokrasisinin kurumlarını ve Avrupa projesini savunmayı bir ufuk olarak belirlemek yerine, Karanfil Devrimi’nin derslerini yeniden ele almak, işçi sınıfının gücüne güvenmek ve kapitalizm içinde bir çıkış yolu olmadığını teyit etmek gerekir.