DENGEYİ DEĞİŞTİRMEK, KİLİDİ AÇMAK, OYUNU BOZMAK…

DENGEYİ DEĞİŞTİRMEK, KİLİDİ AÇMAK, OYUNU BOZMAK…

HAKKI YÜKSELEN

Seçimlerin ardından daha çok “Nasıl kazandılar?” sorusu soruluyor olsa da böylesi koşullarda sorulması gereken asıl soru “Nasıl kaybettiler?” olmalı. Seçim sürecinin doğal curcunası içinde epeyce bir görünmez hale gelmiş olsa da aslında burjuva muhalefetin en birlikçi haliyle dahi Saray rejimini devirme cesaret, güç ve kapasitesinin sınırlı olduğu biliniyordu.  Zaten onlar da bir yandan kendi hallerinin farkında olmaları, öte yandan rejimin şerrinden duydukları korku nedeniyle işi, var olan ekonomik koşulların kendiliğinden sonuçlarına, yani bir çeşit “ekonomik determinizme” bırakmışlardı! Ancak işler muhalefetin muhayyilesinde şekillendirdiği gibi sonuçlanmadı. Rejim, “kutsal devletin” bütün imkânlarını da seferber ederek, “aynı ekonomik durumdan” bir seçim zaferi çıkarmayı başardı.

Oyun İçinde Oyun!

Son birkaç yıldır burjuva muhalefetin görünürdeki en büyük endişesi “oyuna gelmek” idi!  Bu gerekçeyle muhalefet iktidarın en yasadışı hamlelerinde dahi kitlelerin demokratik ve caydırıcı gücünü harekete geçirmemek için direndi. Sandıklar kurulana kadar “bir oyuna gelmeden” sabredilmesi halinde seçim zaferinin kaçınılmazlığı konusunda garanti üzerine garanti verdi; hem zaten anketler de kendilerini önde gösteriyordu.  Bunda rejimden duydukları korkunun payı olsa da asıl dertleri kahir ekseriyeti emekçilerden oluşan halkı pasif birer “seçmen” olmaktan çıkartıp bir zaman sonra düzen değiştiren gerçek bir özneye dönüştürebilecek kitle seferberliklerinden uzak tutmaktı. “Düzenperest” bir muhalefetten başka türlüsü de beklenemezdi. Burjuva muhalefet iktidarın her yasadışı işini, karşısına çıkardığı her antidemokratik engeli, “Hesabını sandıkta soracağız!” söylemiyle karşıladı. Oysa Saray’ın amacı, bu yolla hiçbir şekilde hesap vermeyeceği türden bir seçim ortamı yaratıp seçimleri kazanmaktı. İktidar, bir sürü “vıdı vıdı”nın ötesinde gerçek bir dirençle karşılaşmayacağını, gayrimeşru icraatının gerçek bir sorgulamaya maruz kalmayacağını anladıkça cüretini artırdı. RTE, tamamen anayasaya aykırı biçimde üçüncü defa cumhurbaşkanı adayı oldu ve yeniden seçildi, hiçbir güç bunu engelleyemedi. “Oyun” bütün kural ve kuralsızlıklarıyla rejim tarafından kurgulanmıştı.  Sadece kitlelerin caydırıcı eylemiyle bozulabilirdi; ancak bu demokratik hakkın kullanılması burjuva muhalefet tarafından bilinçli olarak engellendi.  “Kitlelerin eylemi” konusunda iktidarla burjuva muhalefet arasında, siyasi çıkarlarından kaynaklanan bazı tali farklılıklar olsa da işin özüne- esasına dayalı derin bir sınıfsal ortaklık vardı. Taraflardan birinin doğrudan, diğerinin dolaylı olarak “sokağı”, seçim mitingleri dışındaki kitlesel eylemleri “kriminalize” etmeleri boşa değildi: Rejim ne olursa olsun, “düzen” varlığını sürdürmeliydi! Sermayenin toplumsal egemenliğinin devamı bunu gerektiriyordu. İktidar sık sık kural ihlallerine başvuruyor olsa da asıl “oyunun” kuralları milletin gerçek efendisi olarak büyük sermaye tarafından belirlenmişti.  Kısacası, burjuva muhalefetin elini kolunu bağlayan asıl sorun sınıfsal korkularıydı.

Kürt siyasetinin “özel durumunu” şimdilik bir kenara bırakacak olursak, seçimlerin bir başka mağlubu ise sosyalist muhalefetti. Bu cenahın asıl sorununun, düşük oy oranları olmadığını söylemeliyiz. Sosyalist muhalefet “sokağa” olan aşinalığına rağmen, sınırlı gücü, emekçi kitleler üzerindeki zayıf etkisi, maruz kaldığı baskılar, olası bir provokasyondan sorumlu tutulma endişesi ve işi kazasız belasız seçimlere kadar götürüp bir şeyler kazanma çabası gibi nedenlerle sözlü protestoların ötesinde, rejimin yasadışı işlerine eylemli bir karşılık veremedi.

Kilidi Açacak Güç…

Seçim sonuçlarının elbette pek çok nedeni var; bazılarının kökü epeyce derinlerde. Türkiye’de, yaşanan bütün sosyoekonomik değişimlere rağmen hemen hemen değişmeyen, tarihsel nitelikteki sosyolojik bir dengenin varlığı siyasette sıklıkla konuşulur. Buna son yirmi yıl boyunca oluşmuş bir sorunu, nesnel koşullardaki değişime rağmen yaşanan siyasi kilitlenmeyi de ekleyebiliriz. Ortak ideolojik ve kültürel unsurları da içeren bu (adeta) “sabitlenme” halinin sadece söz ve propagandayla, seçim vaatleriyle, dinci veya milliyetçi gericiliği taklit edip onun suyuna giderek, hatta karşı kamptakileri “aptallıkla” suçlayarak aşılmasının mümkün olmadığı bir kez daha görüldü. Bizce bu durum ancak, çok uzun süredir siyasi denklemin dışında kalmış (bırakılmış)toplumsal bir gücün devreye girmesiyle aşılabilir. Bizim devrimci sosyalistler olarak iddiamız, ülkemizde kapitalist egemenliğin dayanaklarından birini oluşturan bu dengenin kapitalist toplumun iki temel sınıfından biri olan işçi sınıfı tarafından bozulabileceği; kilidin ancak işçi sınıfı eliyle açılabileceğidir.   İşçi sınıfının siyasi olarak devreye girebilmesi ise ancak onun bilinçli, örgütlü ve kitlesel eylemiyle mümkündür. Pek çok devrimci durum önce kendiliğinden bir başkaldırıyla ortaya çıksa da “toplumsal hareketlerin kaderi siyaset arenasında belirlenir.” Siyaset elbette bir siyasi önderliği zorunlu kılar; ancak, sınıf mücadelesi zemininde yükselmeyen, “olay mahallinde” örgütlenmeyen hiçbir siyasi yapı tarihin karar anlarında işçi sınıfına önderlik edemez.

 İşçi sınıfı ancak eylemi, örgütlülüğü ve mücadele gücüyle topluma verebildiği güvene dayanarak burjuva gericiliğinin yörüngesindeki   sınıf kardeşlerini yanına çekebilir, gerici (ve sahte) “cemaat dayanışmasının” zincirlerini kırarak “sınıf dayanışmasının” yolunu açabilir. Kentsel ve kırsal orta sınıfların etkilenmesi, en azından tarafsızlaştırılması, başta faşizm olmak üzere her türden burjuva gericiliğinin peşine takılmalarının engellenmesi ancak işçi sınıfının, örgütlü gücüyle toplumun karşısına önder ve kurtarıcı bir güç olarak çıkabilmesiyle mümkündür.  Dünyanın ve ülkenin bugünkü koşullarında karşımıza dikilen asıl sorun budur.

İşçi sınıfının tarihsel rolü ve sınıf mücadelesi üzerine birtakım “tekerlemelerle” durumu idare etmeye çalıştığımız düşünülmesin! Nesnel koşulların devrimci-karşıdevrimci pek çok ihtimale alan açtığı bir zamanda öznel koşullarımızın “hali pür melâlinin” ve elbette örgütlü-örgütsüz işçi sınıfının çok geniş bir kesiminin son derece geri toplumsal-siyasi bilinç düzeyinin, bunun da ötesinde pek çok nedenden dolayı rejimin yörüngesinde olduğunun farkındayız. Burada sözünü ettiğimiz, devrimci bir dönüşümün “olmazsa olmazları”, “kaçınılmaz gereklilikleri.”  Bunların yerine getirilme dereceleri aynı zamanda sosyalist hareketin gerçek durumunun ve bir şeyleri başarıp başaramadığının da ölçütü. Her şeye rağmen unutulmaması gereken şudur: Sınıf alanındaki başarısızlığın, eksikliğin “ikamesi” olmaz! İşçi sınıfının “boşluğunu” “radikal demokratik” bir tutumla, mesela bir başka “istikrarsız özneyle” veya “yükselen” bir başka toplumsal hareketle dolduramazsınız!  İşçi sınıfının bilinç düzeyinin geriliği ve örgütsüzlüğü bir veri olsa da sosyalistler için bir mazeret teşkil edemez; “Bize layık” veya “paşa gönlümüze” uygun bir işçi sınıfını bulmak çoğu zaman mümkün değildir! Dünyayı değiştirmek hayli zahmetli bir iştir ve bunun kestirme bir yolu yoktur!

Bu bakımdan sosyalistlerin sınıfa nasıl baktıkları ve baktıklarında ne gördükleri çok önemlidir. Sınıfı bir “seçmen topluluğu” olarak görmekle, toplumu dönüştürecek öncü, devrimci bir güç olarak görmek arasındaki fark, reformizmle devrimciliği ayırt etmemizi sağlar. İşçi sınıfının eylemini “oya tahvil edilmesi gereken bir fırsat” olarak görmek de reformizmin alameti farikalarından biridir. Parlamento kürsüleri, sınıfın sesini duyurmak, mücadelesini yansıtmak için belirli koşullarda es geçilmemesi gereken araçlardır; ancak sınıf mücadelesinin asıl araçlarının yerini aldıklarında, ilk baştaki ışıltısı bir süre sonra sönecek olan bildik reformizme, burjuva siyasetinin bayağı bir unsuruna dönüşürler. Daha eski örnekler bir yana, Yunanistan’da SYRİZA, İspanya’da PODEMOS gibi (Türkiye’de de bir GEZİ partisine ilham veren) siyasi hareketler bunun yakın kanıtlarıdır.

Unutulmaması gereken husus şudur: Eğer işçi sınıfının durumundan memnun değilseniz, yapacağınız şey onun yerine başka bir şey koymak değildir; eğer bugün bir devrimi hedeflemiyorsanız o devrimin zamanı hiçbir koşulda gelmeyecektir! Sosyalistler burjuva muhalefetin ve reformizmin kapatmaya çalıştığı yolu açmak zorundadırlar. Dengeyi değiştirip kilidi açmanın ve oyunu bozmanın başka yolu yoktur.

Yazar Hakkında