LOJİSTİK SEKTÖRÜ ve DEPO İŞÇİLERİNİN DURUMU HAKKINDA BİR YAZI 

LOJİSTİK SEKTÖRÜ ve DEPO İŞÇİLERİNİN DURUMU HAKKINDA BİR YAZI 

SELAMİ VAROL

Kapitalist üretim sürecinde metanın üretimi, çıktının sağlanması, hammaddenin işlenmesi sonrası bu metaların depolanması, tedarik sürecine dahil olması, kargo ve sevkiyat süreçlerinin yürütülmesi başlı başına yeni bir sektörün orta çıkmasını, büyümesini ve bu sektörde yeni iş bölümü alanlarının genişlemesine yol açmıştır.

Sanayi, metal sektörü gibi yoğun işçi emeği sömürüsü barındırmakla beraber özellikle pandemi döneminde evden alışveriş hacminin artması kapitalistlerin karını binlerce kat artırırken, etrafımızda gördüğümüz moto-kuryelerin, depolarda sevkiyatları yapan işçilerin sırtında da kat be kat yorgunluğu doğurmuştur. 

Üretilen metaların depolanması, sevkiyatı, dağıtım işlerini yürüten büyük depolarda genellikle 3 vardiya tipi çalışma vardır.  Bu depolarda işçiler genellikle asgari ücret veya bunun çok az üstünde maaşa çalışırlar. Depoların işçiler için ayrılan çay içme ve dinlenme alanları mevcut çalışan sayısından daha az kapasitede olup, çoğunlukla ayakta 15 dakika dinlenme süresini geçirirler. Klasik üretim tarzı yapan sanayi fabrikaları gibi operasyona üretimin devamı açısından bakan patron ve ekibi bu bandın durmadan çalışması için dinlenme zamanlarına bile göz koymuştur. Yoğun iş gerektiren zamanlarda işçilerin temel hakkı olan dinlenme hakkını bile gasp etmekten korkmazlar.

Amazon, Trendyol, Hepsiburada vb. gibi tekel güçlerin e-ticaret, lojistik faaliyetlerini gerçekleştirdikleri depolarda pandemi döneminde aynı anda, yüzlerce işçinin sipariş yetiştirmek için birbiri ile rekabet haline sokulduğu, vardiya çalışma saatlerinin esnek çalışma adı altında uzatıldığı, keyfi mesai uzatmalarının yaşandığı süreçleri buralarda çalışan biri olarak söylemeliyim.

Üç hatta dört tip vardiya, uzun mesai saatleri, tatillerin hafta içine denk geldiği zamanlar, klasik psikolojik iş baskıları, yoğun fiziksel güç ve emek harcanması sonucu psikolojik ve mental yıpranma sektörde çalışanların genel yaşadığı sorunların başında gelmektedir. 

Depo ve lojistik merkezlerinin birçoğunda kadın işçi ve emeği önemli yer tutmaktadır. Genelde etiketleme, toplama, paketleme gibi işlemlerde çalışan kadın emekçiler en az 8 saat boyunca verilen siparişlerin hazırlanması için ayakta emek sarf ederler.  Uzun süre ayakta çalışan kadın işçiler için   belli süre sonra işe bağlı eklem, bel hastalıkları gibi sorunlar baş göstermektedir. Bu çalışma süresinde ise herhangi bir ara dinlenme gibi boş zaman bulamadan, lojistik işlemleri tamamlanan üründen sonra diğerine geçiş başlar. Çocuk sahibi kadın işçiler için işyerinde kreş vb. alanları bulunmaz. Bütün bunlarla, sosyal yaşam alanları kentte zaten kısıtlı olan emekçiler için hedeflenen tek şey bütün enerji ve iş gücünü işyerine tabi kılmasıdır.  

Bugün Kocaeli, İstanbul gibi büyük üretim merkezlerindeki firmaların lojistik hizmeti aldığı depoların milyonlarca lira kar etmesine karşılık işçinin emeğinin ne derece sömürüldüğünü, emek sermaye çelişkisini rahatlıkla görebilirsiniz. İşçi emeği üzerinden bunca kar sağlayan firmalar işçi bedenini rahatlatmak için maliyet prosedürleri adı altında sizin talep edeceğiniz araç gereçleri, ortam güvenliğini iyileştirecek uygulamaları umursamazlar. Bir depoda ağırlığı 500 kg’ı geçecek bir palet ürünün taşınmasını el transpaleti (tekerlekli taşıma aracı) kullanarak yaptıran patron sınıfı, bu işi elektrikli, benzinli araçlarla yapabileceğini çok iyi bilmesine rağmen, “maliyet artışı” adına bundan kaçınır.  

Yüzlerce kalem ürün arasında tehlikeli, yanıcı, işçi sağlığı için risk oluşturabilecek maddelerin stoklandığı depolarda işin yetişmesi için yukardan gelen baskının depoda fiziki beden gücünü kullanan işçiye yanı sıra, ofis ortamlarında çalışan beyaz yaka işçilere de yansımasını bulabilirsiniz. Bu baskı yukardan aşağıya sürüklenen bir mekanizma ile çalışır. Beyaz yaka işçilere yönelik siparişin eksiksiz yetişmesi, sistemsel operasyonun aksamaması için sürekli sözlü yazılı mesajlar gelmesi bu işin ayrılmaz bir parçası olmuştur.

Patron sınıfı bazen beyaz – mavi yaka işçiler arasında bu sistemin daha iyi çalışması için yapay kavgaları başlatarak işin kendileri için daha rahat yürümesini sağlarlar.

Nesnel durumda bakılacak olursa aynı işyerinde aynı sigortaya bağlı çalışanlar sanki işyerinin, üretim aracının sahibi gibi hissettirmek isterler ki bu sahte duygudan faydalanıp özellikle örgütlenme mücadelesini yok etmeye çalışırlar.

Çünkü patronun , yönetimin istedikleri bellidir. Depoya daha fazla ürün alınacak, daha fazla sipariş çıkılması istenecek ve iş yükü daha da artacaktır.  Ve size düşen birkaç aptalca motivasyon cümlesi ile başlayan yalanlardır.  İşçilerle kurulan abi – kardeşlik bağı gibi yapmacık ilişkilerle işçideki fedakârlık duygusu sömürülecek, insan ruhuna yabancılaşmış müdürlerin, patronların masasına gün sonunda raporlar sunulacak ve karşılığında kuru bir aferin beklenecektir. Bu basit görünen süreçler sorunda yükselme, kariyer zırvaları ile inşa edilen masalları anlatılıp size hayaller kurduracaklardır.  Belki siz de bir gün iş emri veren koltukta oturur ve banka hesabına yansıyacak 2-3 kat maaş ile bu düzende hayatınıza devam edebilirsiniz. 

Böyle şartlarda diğer işyerlerinde de görülen en büyük sorun ise politikleşmemiş işçilerin örgütsüzlüğüdür.  İşsizler ordusunu yedek güç olarak tutan, daha iyi şartlarda çalışmak için sendikal örgütlenmelere katılan işçilere karşı her zaman elinde bu kozu tutan sermaye, sizin örgütlenmenize karşı yine kullanışlı kozlarını ortaya koyar ve akıttığınız terin, emeğin önemine bakmadan sizi kovmakla tehdit edip, diğer işçilere de göz dağı verir.  Lojistik sektörü diğer sektörlere göre sendikalaşma oranı en düşük oranlara sahip iş kollarından biridir ve buna karşı örgütlenme motivasyonu özellikle pandemi sonrası işçiler arasında yükselmiştir. Son zamanlarda kargo ve depo (Trendyol, Migros Depo vs.) işçileri arasında işverene karşı yükseltilen mücadele bunun önemli bir göstergesidir.

Bizlerin bu sektörde olsun olmasın çalışan işçilerin keskin, apaçık bir örgütlenme ihtiyacı bulunmaktadır. Korkmadan, çekinmeden enternasyonal, proleter bir bilinçle emekçi safların bir araya geleceği insanca koşullarda çalışacağımız, daha iyi, yaşanabilir hayat için bir örgütlenme mücadelesi içinde olmamız gerekir. İşçiler olarak  bizim sürüklendiğimiz, birbirimizle mücadele ettiğimiz, kavga ettiğimiz bağnaz iş  ortamından, kültüründen kopup dayanışma içinde olmamız gereklidir. Patronlar, burjuvazi onların karlı işleri için verdiğimiz değil, onlara karşı verdiğimiz mücadeleyi görmelidir.

Yazar Hakkında