Ömer Demirci
14.01.2024 Tarihinde basılan Kırmızı Gazete 7. Sayıda yayımlanmıştır.
Avrupa’da aşırı sağ partiler seçim başarıları ve sokaktaki artan örgütlülükleriyle işçiler, göçmenler, ezilenler ve elbette tüm insanlık için yeniden bir tehdit olarak öne çıkıyorlar.
Son olarak Hollanda’da 23 Kasım seçimlerinin galibi aşırı sağcı, göçmen karşıtı Özgürlük Partisi oldu. Özgürlük Partisi’nin lideri Geert Wilders seçim sonuçlarının kesinleşmesinin hemen ardından “Hollanda’yı geri alacağız. Hollanda’nın umudu, insanların ülkelerini geri almaları, sığınmacı tsunamisinin sınırlanması ve cüzdanlarına daha fazla para girmesi” açıklamasında bulundu.
Sağ popülist Hollanda milliyetçisi olan Özgürlük Partisi’nin elde ettiği 37 sandalyenin dışında Hollanda parlamentosunun 150 sandalyesinin 103’ü sağ milletvekillerinden oluşuyor.
Hollanda seçimleri, İtalya seçimlerinin ardından radikal sağcıların seçimlerden güçlenerek çıktığı yakın zamanda gerçekleşen ikinci seçim oldu. Hatırlanacağı üzere İtalya’daki seçimleri kazanan radikal sağ ittifakın lideri konumundaki Giorgia Meloni, Mussolini’nin Faşist Partisinin ardılı olan “İtalyan Sosyal Hareketi” ile siyasi hayatına atılmış ve Mussolini hayranlığını gizleme zahmetinde bulunmamıştı. İtalya seçimlerinden önce ise Eylül ayında İsveç’te: Neo-Nazi geleneğinden gelen İsveç Demokratları, seçimlerde en yüksek oyu alan ikinci parti oldu ve her beş kişiden birinin oyunu almayı başardı. Macaristan’daki Obran, Polonya’daki Duda iktidarı, Fransa’da oylarını arttıran Le-Pen, örnekler daha da çoğaltılabilir.
Tüm bu aşırı sağcı parti ve liderlerin söylemlerinin göçmen karşıtlığı, Avrupa birliğinin sorgulanması ya da birlikten ayrılmak, Rusya-Ukrayna savaşından uzaklaşma, sosyal adalet talebi (konut pahalılığına çözüm, sağlık hizmetlerine ulaşabilme, yaşam maliyetlerinin artması) gibi ortak noktaları var.
Yükselişin sebebi
Avrupa’da aşırı sağın yükseliş serüvenini 2008 kriziyle başlayan ve Covid-19 salgınıyla devam ederek Brexit ile derinleşen sürecin, Rusya-Ukrayna savaşı ile pik yapması olarak özetleyebiliriz. Bu durum özellikle Avrupa ülkelerinde kitlelerin AB’ye olan güvenin azalmasına ve AB’ye şüphe ile bakılıp sorgulanmasına, dolayısıyla ulus içinde çözümler aramasına yol açtı.
Biliyoruz ki kapitalizmin bu krizleri tüm dünyada ve Avrupa’da toplumsal çelişkilerin artmasına sebep oldu. Bu krizlerden sonra büyük burjuvazinin çok daha zenginleşip güçlendiğini diğer toplumsal sınıfların özellikle de işçi sınıfının daha fazla sömürülerek fakirleştiğini biliyoruz.
Buna bir de bu toplumsal hoşnutsuzluğa alternatif olarak ortaya çıkan ve kitlelerin sorunlarına çözüm bulmak yerine olası kitle hareketlerine karşı emniyet valfi gibi çalışan “ilerici, sosyal demokrat, radikal sol” görünümlü sol-reformist hükümetlerden umduğunu bulamayan kitlelerin öfkesini eklediğimizde aşırı sağın büyümesi olağan bir sonuç olarak karşımıza çıkıyor.
Ne yapmalı
Devrimci Marksistler ve elbette emekçi halk bu seçim sonuçlarından gerekli dersleri çıkarmalı ve örgütlü önlemleri almalıdır. Liberal zevzekler kadar, faşizm geliyor naraları atarak gerçekliği abartmak da soruna çare olmayacaktır. Ekonomik krizler ile gittikçe fakirleşen hoşnutsuz emekçi kitlelerin mevcut burjuva-liberal partilere ve reformist sola güvensizliklerinin yerini alacak, sosyalizmi tekrar bir alternatif haline getirebilecek yeni işçi sınıfı önderliklerine ihtiyacımız var. Kitle seferberliklerinin gücü ve emekçilerin ve sosyalistlerin örgütlülüğü Avrupa’da aşırı sağın yükselişini durdurabilir. Aksi takdirde yenilgi kaçınılmaz olacaktır.