HAKKI YÜKSELEN
HTŞ lideri ve Suriye “Geçici Cumhurbaşkanı” Ahmet el Şara (Namı diğer Ebu Culani) Batı ve Türkiye kreasyonu yepyeni kılık kıyafeti ve en “temizpak” haliyle ilk Avrupa gezisine çıktı! Epeyce de bir hüsnü kabul gördü. İdlip’ten başlayan yolculuğunun Parislere kadar uzanacağını herhalde rüyasında görse inanmazdı! Bu kadarla da kalmadı; Suudiler ve Katar, Suriye’nin Dünya Bankası’na olan borçlarını üstlenme kararı aldılar. Son güzellik Trump’tan geldi. ABD başkanı, “Çok iyi, genç, çekici, sert bir adam, çok sağlam bir geçmişe sahip savaşçı. ” olarak tanımladığı Eş Şara ile de görüştüğü Riyad zirvesinde Suriye’ye yönelik yaptırımların kaldırılacağı müjdesini verdi; tabii bazı koşullarla. Söylendiğine göre bu koşullar içinde Filistin örgütlerinin çalışmasına izin vermemesi, İran Devrim Muhafızları ve Hizbullah’ın yasadışı ilan edilmesi, ABD’ye gerekli durumlarda askeri operasyon izninin verilmesi ve İsrail ile İbrahim anlaşmalarına dahil olunması gibi maddeler var. İşi bilenler, İbrahim anlaşmalarıyla ilgili müzakerelerin yakında başlayabileceğinden söz ediyorlar; haydi hayırlısı!
Kısacası Allah verdikçe veriyor! Belli ki Eş Şara talihli bir adam! Kendisi, IŞİD-El Kaide sonrası döneminde kurduğu El Nusra’yı HTŞ kamuflajına sararak Batılı emperyalistlerin ve Saray rejiminin Suriye’de istediği cinsten bir “muhalefet liderine” dönüşmüş, İdlip’deki şeriatçı saltanatını bu güçlerin koruma ve desteği sayesinde sürdürebilmişti. Günü geldiğinde kendisinin ve El Nusra hegemonyasında bir çatı örgütü olarak kurduğu HTŞ’nin önü açıldı ve hemen hemen hiçbir dirençle karşılaşmadan, inanılmaz bir hızla iktidarı ele geçirdi. Bugün artık ABD Başkanı tarafından bile “işi toparlama şansına sahip” bir kişi olarak övülüyor!
Batı tarafından resmen “terör örgütü” olarak tanımlansa da yol verilip iktidara yürütülmesinin temelinde HTŞ’nin Batılı büyük güçler ve başta Türkiye olmak üzere bölge gericilikleri nezdindeki “ikili işlevi” yatıyordu. En başından beri bu güçlerin silahlı İslamcı harekete verdikleri desteğin bir nedeni Kuzey Afrika ve Ortadoğu (Haydi biz de “Batı Asya” diyelim) Arap devrimci dalgasının etkisiyle ortaya çıkan halk hareketinin gerçek bir devrime dönüşmesinin engellenmesiydi. Bu çok erken bir zamanda başarıldı. Suriye’de halk hareketi emperyalizm ve bölge gericilikleri tarafından desteklenen silahlı selefi İslamcıların devreye girmesiyle geri çekildi. Muhtemel bir Suriye devrimi daha ilk evresinde bir “uluslararası karşıdevrim cephesi” eliyle çalınıp tasfiye edildi. Yabancı istihbarat güçleri tarafından komşu ülkelerdeki “operasyon odaları”nda eğitilip donatılan ve başlarda biraz daha çeşitlilik gösteren “muteber” muhalefet, içlerinde kimi sekülerlerin de yer aldığı “dekoratif” unsurların piyasadan çekilmesiyle hızla radikal-tekfirci örgütlerden müteşekkil bir güç haline geldi. Emekçi kitlelerin bağımsız, özgürlükçü ve eşitlikçi hareketi olarak bir devrim ihtimalinin yok edilmesi, çatışmanın yıllarca süren kanlı ve gerici bir iç savaşa dönüşmesinin de nedeni oldu,
Cihatçılardan beklenen bir diğer işlev ise İran’daki “molla rejimi”nin başını çektiği “Direniş Ekseni”nin çok önemli bir ayağının kesilmesiydi. Suriye’deki çürümüş BAAS rejimi 60’lar ve 70’lerdeki formundan çok uzak olsa da ciddi bir pürüz olarak varlığını sürdürmekteydi. Bu durum, Siyonist İsrail sömürgeciliğinin güvenliği ve bölgeye Batı emperyalizminin uygun gördüğü şeklin verilebilmesi açısından kritik bir sorun oluşturuyordu. Suriye iç savaşı boyunca İsrail’in sözde baş düşmanı selefi-cihatçı örgütlere özellikle güney bölgesinde askeri olarak arka çıkmasının nedeni buydu.
Bugün Batılı emperyalistlerin HTŞ rejimine verdikleri destekle onların en sıkı müttefiki Siyonist İsrail’in Suriye’yi serbest atış alanı veya poligonu haline getirmesi arasında hiçbir çelişki yok. Var olan koşullarda zaten başka türlüsü olamazdı. Neticede herkes işini yapıyor! Bir yandan İsrail, hiçbir engelle karşılaşmadan Suriye’nin askeri altyapısını bir daha kolay kolay telafi edilemeyecek biçimde tahrip edip ülkenin bir bölümünü daha işgal ederken, öte yandan Suriye’nin geleceği üzerinde söz sahibi olmak isteyen, yani “hayallerindeki Suriye’yi” kurma peşindeki emperyalist güç merkezleriyle bölge gericilikleri ülkede cirit atıp yeni devletin inşasına el veriyorlar. Rejimin başta Aleviler ve Dürziler olmak üzere kendinden olmayanlara yönelik katliamlarının ve yok etme tehditlerinin önündeki bugün için tek sınırlayıcı unsur ne yazık ki, bu rejime en azından şimdilik zoraki de olsa “demokratik” bir görüntü vermeye çalışan bu “dış güçler.” HTŞ rejimi bir yandan en gerici yöntemlerle kendini tahkim etmeye çalışırken varlığını büyük ölçüde borçlu olduğu emperyalistlerin istediği görüntüyü vermek ve onların başlıca taleplerini yerine getirmek için gayret sarf ediyor. Kısacası “Allahın yasalarını hâkim kılmak” hedefiyle yola çıkanlar emperyalizmin yasalarıyla hükmetme noktasına gelmiş bulunuyorlar!
Görünen o ki, son iki yıllık gelişmelerin ardından bölgemizde inisiyatif çok büyük ölçüde emperyalist güç merkezlerinin ve onlarla çeşitli derecelerde iltisaklı gerici rejimlerin eline geçmiş durumda. Halihazırda neredeyse bütün dış desteklerini kaybetmiş olan Filistin ulusal davası, İbrahim Anlaşmalarının gölgesinde çok yönlü darbeler, tehcir ve soykırım tehdidi altında bu defa bütün bütüne tasfiye edilmek isteniyor. Yani vahim bir durumla karşı karşıyayız. Suriye’nin İslamcı rejimi, emperyalizmin, Siyonist sömürgeciliğin ve bölge gericiliklerinin bir aracı olarak, bu durumu değiştirebilecek muhtemel devrimci halk hareketlerinin önündeki en büyük engellerden biridir.
Trump El Şara’yı durduk yerde övmemiş; onun için “Gerçekten işi toparlayacak bir şansa sahip” lafını da boş yere etmemiştir. Belli ki gözü tutmuş!